Sunu: Harabe ve Gelecekler
     Harabeler, geçmişe dönük bir açıklıkla zamanlar arasında hareket eden ve hareketi mümkün kılan nesneler. Giovanni Battista Piranesi’nin resmettiği görkemli yıkıntılar, Roma’nın rüya manzaraları, geçmişe dönük romantik bir imgeyi de yaygınlaştırıyordu. Goethe, İtalya seyahatinde bulduğu Roma’nın, Piranesi tablolarından bildiği Roma olmadığını gücenerek yazar.¹
     Daha sonra Avrupa şehirlerini harabeye dönüştürecek olan dünya savaşı ile harabe çağrışım alanı genişlemişti: hafriyat, yıkıntı, kalıntı, virane, enkaz. Bu kelimeler harabelerin romantik imgesini üstlenmediler. “İkinci dünya savaşının bombalanmış şehirlerini hatırlarken harabe nostaljisinden nasıl bahsedebiliriz?”²
     Harabeler yalnızca kaynağını efsanevi Yunan ve Roma köklerinden alan ve savaşta yerle bir olan bir Avrupa ile ilgili değildi. Mısırlı şair İbrahim Naci’nin El Atlal şiirinden uyarlanan, Ümmü Gülsüm’ün aynı isimli şarkısında düşünceli bir dolaşmanın hayali mekânı olarak yine harabeler arasındayız: Ey kalbim, aşk nereye gitti diye sorma / yıkılan hayallerimdeki anıt / doldur da yıkıntılarına içelim. 
     Mahmud Derviş’in şiirinde harabe³, Derviş’in 1941’de doğduğu ve 1948’de İsrail’in işgaline uğrayan köyün kendisi. İşgalin kesintiye uğrattığı, çocukluğunun imgelerine ulaşmayı mümkün kılmayan bu mekân, bir harabe: Burayı kendimize göre deneyimleyelim: / Burada, bir taşın üzerine bir gökyüzü düştü ve kanattı onu / baharda anemonlar açsın diye / (Şarkım şimdi nerede?) / Burada, ceren penceremin camını kırmıştı / onu takip edeyim diye / (Şarkım şimdi nerede?) / Burada, büyülü sabah kelebekleri okuluma giden yolu taşırdı / (Şarkım şimdi nerede?) / Burada, yıldızlarıma uçmak üzere bir atı eyerlerdim / (Şarkım şimdi nerede?) 
     Beyrut’ta 2020’deki patlamanın ardından yıkılan apartmanlar ve molozun içinden gökyüzüne yükselen toz bulutu görüntüleri, Lübnan İç Savaşı’nda yerle bir olan bu şehre dair görüntüleri de akla getirmişti. Patlamanın ardından evinin yıkıntıları arasında piyano çalan bir kadının viral videosu, yıkıntı estetiğinin başka bir boyutunu akla getiriyor. Piyanist filmindeki savaş sonrası Almanya’nın sinemasal imgesinin bir çeşit tekrarı.
     Walter Benjamin’in tarihe dair tezlerinde, harabe, şimdiki zamanda eylemin imkanlarını düşünmenin dizgesi. Felaket tekrar eder, tarih yıkıntı biriktir, tarihin meleği ise gözü biriken yıkıntılara dikili olduğu halde geleceğe doğru sürüklenir. “Bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket.”⁴ 2015’te ilan edilen ve iktidarın toplumsal barış kalkışmasını sona erdirdiğini de duyuran sokağa çıkma yasakları, Diyarbakır Sur’da, böyle tekrar eden felaketin yeni bir döngüsünün başlaması anlamına geliyordu.
     Tarihin yıkıntılarını tespit etmenin şiirsel imkanından söz edebilir miyiz? Tarihin yıkıntıları birikirken romantik imge nerede duruyor; onu tersyüz etmek mi yoksa ortadan kaldırmak mı gerek? İçinde olduğumuz harabeler ve baktığımız gelecekler neler? Bu soruları şiire ya da serbest biçimli bir üretime dönüşmek üzere, çağrışıma ilham olsun diye, yazarlara bir çağrı olarak ilettim.
     Veysi Erdoğan’ın metni, bu sorularıma karşılık vererek dosyayı açmaya yardım ediyor. Anita Sezgener, harabenin ne olduğunu bulmak üzere kapsamlı bir deneyim-araştırma yürütüyor.
     Selcan Peksan’a, İnsandan Sonra’nın kıyamet sonrası görüntülerini aklımda tutarak yazdım, o da bu çağrıma karşılık verdi. Mehmet Yaşın, dosyadaki şiiriyle yeni kitabını da müjdeliyor.
     İnanç Avadit, harabe kavramını, İzmir’in dönüşümünü gözlemlediği fotoğrafları ile düşünmeye başlamıştı. Avadit’in dosyadaki şiirine bu sergiden bir fotoğraf da eşlik ediyor. E. İrem Az, şiirinde, Sade Yaşadığımız’dan da hatırlayacağımız gibi, beden-emek ekseninde gözlediklerini yeni bir dile dönüştürmeye devam ediyor.
     İlhan Durusel, bir tapınak-harabe’de bizi yanıt bulacağı meçhul bir yakarıya ortak ediyor. Harabeler çoğu kez hayaletlerle ilişkilendirilir. Oyun yazarı olarak tanıdığımız Erdem Avşar, metninde, harabelerin olağan sakinlerine olağandışı bir örgütlenme çağrısında bulunuyor.
     Asuman Susam, katmanları birbirinin üzerine çöken bir iç harabe-coğrafyadan, geçişleri gözü kapalı bilen birinin açıklığıyla sesleniyor. Bengü Özsoy’un şiiri, ev’in ve yurt-ev’in harabeleşmesine dair bir tanıklık. 
     Yusuf Uğur Uğurel’i okurken Oysa Bu Yapraklar Beni İyileştirmeyecek’te kurduğu şiir formunu da hatırlıyoruz. Uğurel, şiirinde, geçtiğimiz temmuz ayında kaybettiğimiz şair Metin Sefa ile, içinde yaşadığımız harabelere dair bir diyalog sürdürüyor. Şiirlerini belki yakında daha da sık göreceğimiz İlker Hepkan ve Sema Merve İş, bu sayıda harabe ve geleceklerle ilgili başta sorduğum soruları yorumlayanlar arasında.





“Elbet ben de bahsedicem sana içinde bulunduğun yalanlardan, bir enkaz altında kalanlardan, yananlardan, yeraltından” 
Gazapizm


1. Johann Wolfgang von Goethe. 2021. İtalya Seyahati. Çev. Gürsel Aytaç. İletişim.
2. Andreas Huyssen. 2006. “Nostalgia for Ruins.” Grey Room.
3. “El-Birve’nin Harabeleri Önünde.” Arapçadan İngilizceye çeviren: Sinan Antoon. https://www.jadaliyya.com/Details/23789/Mahmoud-Darwish-Standing-Before-the-Ruins-of-Al-Birweh
4. Walter Benjamin. Son Bakışta Aşk. 1993. Ed. Nurdan Gürbilek. Metis.

Veysi Erdoğan

Category : no 9
İçi Boş Bir Salyangoz Kabuğu Gibi
Her yıkıntının bir hafıza taşıdığını söyleyebiliriz pekâlâ. Bir zamanların izleriyle dolu bu 
yere baktığımızda çoğu kez hüzün yüklü bir tabloyla karşılaşırız. Guernica gibi, dağılmış, 
parçalı, kayıp. Orada saklı olanın karşısında hiç kimse nesnel duramaz. Bakışın önümüze 
serdiği gerçeklik sert bir cisim gibi insanın yüzüne çarpıp durur. Yankısı duyulan her şey 
iki kelimeyi vücuda getirir o vakit: yas ve keder. İşte burada şiir devreye girip kendini 
gösterebilir, isterse. Varlığını ortaya koymak için gerekli bütün teçhizatlar ya da şiirsel 
imkân oradadır.

Şair yeniden üretim faaliyetinde bulunan biri olarak yıkıntılara bakarken geçmişi ortadan 
kaldırmaktan çok ona farklı bir bakış bırakır. Varlığını perdeleyen şeyin üzerine giderken 
dile geleni ters yüz eder, nostaljiyi var olduğu ilk halden uzağa taşır. Başka türlü geçmişin 
ilk zamanlarına dönmek mümkün değil. Burada yapılabilecek şey, romantik imgenin 
elverdiği ölçüde hatırayı ayağa kaldırıp ona yeni bir biçim vermek. Üzerinde düşünülenin 
bir daha eskisi gibi olamayacağı bilgisiyle elbette.

Peki, harabe maddi yapıların varlığını işaret etmek için mi konumlanır? Ben buradayım, 
dediği yer sadece bir mekândan mı ibaret? Diyebilirim ki bizler de yıkıntılar üzerine 
kurulu medeniyetlerin daimi elemanları olarak bir harabeden farksızız. Gerek dünyanın 
önümüze koyduğu badireler gerekse çağın bizden götürdüklerinden içimize gömülü 
yıkıntıdan sesimiz çıkmıyor. Uzağına düştüğümüz varlığımızla yan yana gelme çabası çoğu 
kez bir hüsranla sonuçlanıyor. Bizi çepeçevre kuşatan kötücül bir zamanın karşısında bir 
bütünlenememe hali içindeyiz. Harabeden çıkıp bir adım öteye gitmemiz zor. İçi boş bir 
salyangoz kabuğu orada duruyor işte.







Anita Sezgener

Category : no 9
ağaçlar, hayaletler, harabeler ve küf üzerine değiniler 
1: bir şey tek başına durup durup harabeleşir mi? 
harabe kelimesinin etimolojisine bakarsak 
Arapça χrb kökünden gelen χarāba(t) خرابة “harap şey veya yer, yıkıntı, virane” sözcüğünden alıntıdır. 
yıkılmakla harabeleşmek arasında büyük bir fark var. hayalet ağla ağ arasındaki gibi.
 
2: biz hayalet gibi geçeriz mutsuzluğun boynundan. 
(kızımın bir çığlığı var hiç kaybolmayan.) 

3: bir harabenin dünya mirası listesine alınması. bize insanın kusurlu olduğunu hatırlatır. 
evde küf varsa ev havasızdır. 

4: bir yere ne zaman harabe denir? 
“Peki bir harabe en nihayetinde nedir? Bir harabe, doğaya terk edilen insan yapısından
başka bir şey değildir ve şehirdeki bir harabede cezbedici olan, çağrıştırdığı vahşi doğadır:
Tüm tezahürleri ve tehlikeleriyle, bilinmeyenleri vaat eden bir yer. Şehirleri erkekler (ve daha 
az sayıda olmakla beraber kadınlar) inşa ederler; fakat bu yerlerin çöküşünü hazırlayan doğadır. 
Depremler, kasırgalar, zamanla şiddetini artıran çürüme, erozyon ve paslanma gibi süreçlerle 
başlar yıkım.” 

5: küf manifestosu’na göre yıkım, insanların kendilerini yeniden inşa etmesi için bir araçtır. 

6: ‘harabelerin Rembrandt’ı Piranesi’nin hayali hapishane gravürleri. kuşları. duvarlarını 
okyanus dalgalarının dövdüğü suların kabarıp çekildiği sonsuz salonlu labirentler. 

7: işte biz ağaçlardan önde gelmeyiz. hele de ıhlamur ağaçlarından.
 
8: (kızım her gün yeni bir kelime öğreniyor. 
kendine hiç yabancılaşmıyor.) 

9: harfler harabelerin neresinde durur? yitip gittiği yerden kalkan başlar. 
bir şey kendisi dışında başka bir şey olmayı arzulamazsa da iyi. 

10: Walter Benjamin’in Tek Yön’ü önümde. bagaj kapağının açılmasıyla kafama inen
o tuğla ağırlığında torba. titrek bir özür, kendini sürekli hissettiren sızı. bayılmadım. 
gözbebeğim de büyümedi. yalnızca çok sessiz istedim. odiyometre çalıştı. orta tiz sesler
az duyuldu. kıkırdakımsı doku. burundan ya da kulaktan omirilik sıvısı gelmedi.
12 saat geçti. aldırışsız titrek bir özür. çatırtı. su sesi henüz yok. toplu köpek havlamaları. 
uzak bir hız sesi. taşlarla örülü evler arasında. hep bir şey olacak duygusu. dirilecek. 
gelecek tavan aralarından. harabe ve hayalet ilişkisi. 

11: https://www.e-skop.com/skopbulten/bir-harabe-tarihinden-fragmanlar/4689 

12: Poliphilo kayıp aşkını aramak için. yola çıkar. sütun başları, frizler, kaideler arasında. 
parçalanmış bir geçmişi. bir araya getirir. 

13: mezarların ve harabelerin koruyucusu bir hayaletimsi harabenin insanlık tarihi olduğunu 
muştular. Volney yanılmıştır. 

14: bir harabeyi sarabilir bir bitki örtüsü var. belki bir saklanmayı başaran. el almadan. 



Dip Akıntılar 

https://www.nisanyansozluk.com/kelime/harabehayalet ağ: 
https://www.suustunde.com/tr/content-details/hayalet-ag-nedir-.html?ContentID=739 Rebecca Solnit, Kaybolma kılavuzu, s:86, çeviren: Gökçe Gündüç, Encore yayınları, 2015 küf manifestosu için: 
Özlem Elif Aras. Hacettepe üniversitesi güzel sanatlar enstitüsü seramik anasanat dalı. Mekan ve harabe ilişkisi. Yüksek lisans sanat çalışması raporu. 






Selcan Peksan

Category : no 9
Şanslı zaman kesiti
Flu ile bulanık arası - Düşünce ile vahiy arası
Yaratılmış değil var olmuş, söylenmiş de duyulmamış
-Bu nasıl hissettiriyor?

Postallarımızla ilerliyoruz duyargalarımızla
Avcıyı hayvana çevirecek bir yol
-Beni istediğin yer neresi?

Çıplak bedenlerimizle uzanıp tablolarınıza
Gelmenizi bekledik
Tahrik edildik, takdim edildik
Uzanıp tablolarınızda gelmenizi bekledik
Siyah, kıvırcık tüylerimizi gösterdik
Gelmenizi bekledik tablolarınızı yırtarak
Geleceğimizi yerle bir ettik
Vaat edilen cenneti, elma bahçelerini,
Tapınaklarınızı yerle bir ettik
Bize bir duvar süsü olma lüksü verilen, 
Bize kaynağında yıkanma şansı verilen evinizi
-Bu daha iyi mi?

Beklentileri yükleniyor şanslı zaman kesiti
Biri bu hikâyeyi başkasının ağzından aktarıyor:
Dere yolundan yeni dönen bir zebra
Kuyruğuyla havayı süpürüyordur, 
Binici topuğuna basarak koşuyu 
Göbekten başlatmaktadır
Hızla alınan yolun sorumluluğu
Adrenalin hazırlığı
Ritmik ve yerinde ve belirsiz dokunuşlarla
Göbeğinde hissedip
Hissedip bir hayvana dönüşecektir
Tembel bir köpeğe
Bu daha yumuşak mı?

Dart tahtasında çekici bir hedef gibi  
Yüksek bir köprüden geleceği izliyoruz
Bir anlık kararla kayalıklara çarparak 
Parçalandığını kaybetme korkumuzun 
Biz yükselirken parmaklarımızdan çaresizce
Kayacaktır, tüy olup savrulacaktır
Henüz ulaşamadığımız zirvelere, burgu burgu evrenlere
Kereste testeresi ile parçalara ayrılacaktır bütünlüğü
Ne kadar acıtacağının üzüntülü hazzı 
Şöyle deriz: bu bir refleksti üzerinden ordularla geçilen güdü
-Cezalandırılmayı hak ettik

Parçaları birleştirmek mümkün olabilirdi
Altın tozumuz olsaydı uyku kumu
“Dedi ki: ‘Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?’ 
 Dediler ki: ‘Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.’ 
 Dedi ki: ‘Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz.’”







Mehmet Yaşın

Category : no 9
Nokta
       çocuk yetiştirmeye kimin vakti varsa ona gidelim      değil      doğuş 
vaktine gidelim      laf      metronun kapısı kapanmadan bin de gidelim      
baban baba değil kardeşin kardeş mi sevgilin sevgili kalamaz sana      ve 
oğlun oğul oğul değil     hepsinin tekleştiği Bir’ine gidelim      eğer durakta 
seni bekleyen yoksa yolumuza devam edelim      yorgunluk veriyor yoksa 
Bu-hayata ayak uyduruyormuş gibi yapmak      küme küme sınıflamalar 
mayın döşeli sınırlar içinde düzen intizam      herşeyin bir ruhu 
yokmuşçasına canlı ve cansız varlıklar denir      laf er ile dişi        ağaçlar 
içinde turunçgiller onlar içinde portakal ve portakalın yafa cinsi hep aynı 
varoluşta değillermiş gibi      bak kapılar kapandı     ve içerimde capcanlı 
bi’şeyler açıkta kaldı      şiir mi     katliamdan kurtulmuş eski tanrılardan biri 
mi      ne zaman dışarı adım atsak bir mayın patlar ve şairler öldükten sonra 
yaşamaya başlar laf      bırak yer kavgasını sürdürsün kardeşler ile baba 
cesedi ve öldürdüğün son sevgili      metro dersen sıkıştıkça sıkışık sen 
dikili bekle      bekle      kalabalıkta daha yalnız      kitabını indiremez ki 
yekvücuda erişemeyen Ruh ölür sevişilmemekten bedeni değillenince      
ve ölüler sağır olur      dilsiz dil gönül olur      ben daha değil        Ben 
kendimde bile değil nicedir      halvet bitmesin istiyorsun başlamasından 
korktuğun halde       ben gitmesin sen gelmesin ne de başka yolcular girsin 
aramıza sanki ikimiz düzenin ezberini bozmuşmuşuz da       laf       çürüyen 
gövdeyi arıtamaz arıtsın istiyorsun Selsebîl Pınarı en duru dizelerle dizi dizi 
inip tavaf etsin melekler bizi      haberin yok mu harp harabesi Yer’de greve 
çıktı cümle hizmetkârı göklerin Cebrail de içlerinde      birden kol kanat 
havaya uçtu mayına basar basmaz erler değil mi ki artık öpüşemezler 
melek ya da er değil      ne de dişi      yeraltında bekliyor işte yanlış sinyal 
yüzünden cümlesi      demiştim bir yere varmak imkânsız bu şehrin altı gök 
üstünde       pek derin bir söz söylercesine üst üste tekrarlıyorsun 
Akropolis’te inseydik keşke Akropolis’te inseydik keş-      o an aramızdaki 
bütün ihtimaller bitti      mecburen arkamı döndüm soyunabilirsin kimse
görmüyor seni    değil      demek istediğim bu değildi     öyle olamazdı 
sevmek çünkü ruh ten zihin bir idi      duygular ile ayaklar yerden kesilince 
yükselebilirsin indirmek için şiirini     laf hepsi laf      metroların da bir tanrısı 
var döner-merdivenin başını tutar ve biletsiz yolcuları gerisin geri bana 
yollar      seveceksen tam seveceksin herşey ve ne varsa hepsi bir Tek      
ve uzaklaşır Bu-dünya küçüle küçül mavi bir topa dönüşür      O      
buradaki nokta yuvarlanırken evrenin yıldız dolu boşluğunda      . 

                                                                                                             

Atina, 2021




Editörün notu: Nokta şiiri Mehmet Yaşın’ın gelecek sene yayımlanması 
planlanan kitabında yer alıyor. 













İnanç Avadit

Category : no 9
Harabe-temel
Dünyanın temeli olarak harabe.
Katmanların oluşması ve sonunda muhakkak bir harabeye dönüşüp sıradaki katmanın 
temelini atması.
Kavramsallaştırdığımızda bir harabe-temel’den söz etmek mümkün.
Öyleyse dünya yapılan bir şey olduğu kadar yıkılan da bir şeydir.
Hem doğa hem de insan onu sürekli olarak yaparken sürekli olarak da yıkarlar.
Gelecek böyle inşa edilir.
Gelecek bir harabe-temel’dir.
Höyük, bir yıkıntı toplamıdır.
Bir çağ sıradaki çağın harabesidir.
Teknolojiler, alet çantaları, büyük buluşlar çöp olur.
Fikirler, hayaller, altın çağ umudu her seferinde yeni bir çöpdağıdır.
Kazı alanlarında bulunan işlikler, geride bırakılmış çöple geleceğe bir mesaj bırakırlar.
Bilgiyi ileten de yine bu harabenin toplamıdır.
Doğru anla, ben insancıl değilim. Ben bir cehennem yetiştiricisiyim.
Kolonların daha uzun süre ayakta kalacak belki.
Ama çatıların asla düşündüğün kadar sağlam olmayacak.
Camların kırılacak, kapıların rüzgarda son kez çarpıp menteşelerinden ayrılacak.
Beni iyi dinle.
Ben harabeyim.
Ben geleceğim.






Editörün notu: Fotoğraf, İnanç Avadit’in 2018 yılında İzmir Mimarlar Odası’nda izlenen Kazı sergisine aittir.

E. İrem Az

Category : no 9
tohum işçisi filizi hatırlar
Pachira Aquatica bir dilek hırsızıdır.
Yoksul emekçinin yana yakıla
aradığı büyüsüz takma ismi
sahiplenir. Muhasebe
mülkiyetten yeşerir.

Para Ağacı bir umut hırsızıdır.
Kuru toprak, nemsiz hava 
beğenmez. İşçiye düşer 
tohumunu satmak.

Endüstri ve sonrası bol su ister—
e-bölünerek ürer
yıkıntılar—blok zinciri
ve hibrit tohum aklanır.

Güçlüsü meyve, 
güçsüzü atalık peşinde.
En son ne zaman bir filiz gördüğünü 
sadece tohum işçisi hatırlar:
Gelecek, emekten kamaşır.











İlhan Durusel

Category : no 9
Kibele için Kıyamet İlahisi
Bir kayamezarı kitabesinin Hititçe’den Aşık Bestami tercümesi 


Ey Kibele sana geldik, kabul et bizi, sana geldik. 
Kapandı arkamızdaki bütün yollar. Şimdi senin 
karşındayız. Bırakıp gitme bizi yine Kibele. Kabul et 
bizi. Elbiseler dikelim sana. Çarıklar getirelim gelin 
terlikleri gibi tüylü. Kibele kabul et bizi.

Kibele, böyle memelerini aç bize. Bırak aksın ağzımıza 
sütün, ruhunun usaresi. Bizi sen yarattın, sen besle. 
Bir rüzgâr gibi sar bizi, esirge. Kibele aç göğsünü 
bağrına bas bizi. Sars bizi, depremler gönder, Kibele, 
yıldızlar yağdır üzerimize. Sağanak yıldırımlar dökülsün 
tepemize. 

Seni övüyoruz Kibele. Seni övüyoruz sabah. Seni 
övüyoruz sabah kalktığında önünde bir öğün övgü. Korkma 
diyoruz, bizi yarattın, korkma bizden kötü oluruz diye. 
Senin kuralların işler kainatta. Unutturma bize! Korkma 
sağ elini oynat. Emir ver, eğilelim önünde. Secde. Bizi 
görevlendir şimdi. Vazifeye gönder munis misyoner. 
Kibele bizi iyi insanlar yap. Öncü yap bizi, akıncı! 
Karanlık yollar çıkar önümüze ama aydınlık olsun 
arkamız. Biz yaklaştıkça uzaklaşsın sabah. Öyle olsun. 
Sen istediğin zaman getir sabahı önümüze. Biz de 
öğrenelim kendimizle bu sabah diyelim bizim sabahımız, 
biz hak ettik bunu, biz kazandık elimizle emeğimizle. 
Kibele bizi inandır buna. Bize adsız Yalvaç gönder, 
ordu kursun. Bir tılsım ver ona: Beyaz karga beyaz 
karga.

Ey ay kadar güzel anatanrıça!
Sabaha kadar göz kulak ol akkargaya, karayalvaça, altınorduya!

Kibele, Kibele bak oldu işte 
Bu satır başı senin 
bu satır senin satırın sana ait uzak bir yazdan kalma
Serin otlaklarda sadık atlılar kaybolmuş burada 
kapı zillerini çalıyoruz duysunlar diye 
sis çanları döğülüyor 
Gel güzel atlı / Atı kanatlı / Baldıriçi dövmeli.
Sayacıların kana kana dövdüğü deri. 
Senin mi o yaş deri? O görklü saya? Islak kösele?
Sayacılar çarık yapsın ayağına. Mokasen. Çırakları ökçe 
çaksın. Ökçe çak kunduracı çırağı! Çakılsın öfke 
böğrümüze, döşümüze. 
Pelerin biçelim, ört üzerimize üşüyünce.

Burada yedi ton ışık var, hepsi senin! 
Başaklar on üç renk, renklerini sen verdin!
Suya bakar kendimizi görürüz, senin eserin, sen 
gösterirsin!

Kibele, Mezarına bir krallığın sığdığı Kibele!
Aşk organıyla imparatorluk yıkan ece!
Bir önceki dünya da senindi
Baştanrıçasın bir sonrakinde de
Ulu Kibele!

Boş beşik, altın yüzük, hoş bilezik. Bir sürahi nektar, 
bir kase soğuk erik.

Malabadi Köprüsü yıkık. 
Yeniden yapılmayı bekler senin için.
Kudret ver bitirelim.
Kıyamet günü gibi bayram edelim!
Daha çok acı ver bize, katar katar keder. 
Ama sıkma canımızı. Yeter.
Kurtar bizi sıkıntıdan can sıkıntısından. 
Bıktık usandık kendimizden.






İlker Hepkan

Category : no 9
Denizin Kenti
aynı sorular girdikçe aramıza
suları bulandıran tanıklara kalıyor
ikimizin de yaşamayı beceremediği sıla.

yalnızlığında kıskanıyorum çizgi ellerini
her yerde senin adın bacaların tütmediği kentlerde
geri geri koşuyor iki sevgili
ortalarındaki koskoca Tanrı’ya bakakalıyor
ne acı.

haydi kalk uyan artık, müzik İstanbul’u yıkıyor!










@