Devrim Horlu 𖦼 İÇİNDEN GEÇTİĞİMİZ GÜNLER
Category : no 5
İÇİNDEN GEÇTİĞİMİZ GÜNLER I ben suda kırılan bir şeyim ama bundan karada kırılmadığım anlaşılsın istemem ayaklarının altına tabure koyunca allahı bile göreceğini sanan veletlerden yüzümü çevirmem çünkü yüzüm çatlayarak çoğalıyor benim kabuk kırılmayı bilmiyor ama bunu ondan öğrendiğime yemin edebilirim kendime dadanmaktan yoruldum yemin edebilirim kendimi yaşama dayatmaktan da yemin edebilirim yine yüzümü dönebilirim çıtırtıya buna hâlâ yüzüm olduğuna eminim ve tekrar edeyim yemin edebilirim kırılmak için koşuyorum sanki yanmadan yeşermeye yetmek için ayaklarım var diye gönenmeden koşuyorum hız beni hizaya soksun ve bozuksun desin diye tamir bana yana çekiliyorum çünkü geçsinler bu geçiş beni kırmaz nasıl olsa bu geçiş kabuğumu bile zorlamaz çocuklar beni yensinler istiyorum onların benden başka yenecek kimleri var onların benden başka yenecek kimseleri olsun için yana çekiliyorum ama çekildiğim yer güzel evet, tam da çekildiğim yere benziyorum iki defa daha dayıyorum ağzımı kendime çünkü zehre tat veren kanım ancak böyle paklanıyor sonra bulanıyor utanarak bastığım toprak kanımın neye benzediğini soramıyorum kimseye o an tuhaf bir şey oluyor ve benden kopanlarla bir kalp daha yapıyor herkes kendine kime gitsem imzasını bekleyen boş bir kâğıt olmak geçiyor içimden vardığım her yerde beni karşılayanlara bir yerden tanıdık geliyorum çünkü çekildiğim yer güzel ve tekrar ediyorum tam da çekildiğim yere benziyorum II sanki tüm biletler bitmiş de ilgim için teşekkür etmişler baktığım ve özendiğim tüm afişlere sanki yüzümü çizmişler soydukları elmaları yemiş ve beni kabuğa doğru itmişler bunu ben yaşamak sayıyorum işte evet, yaşamak yetişemeyerek başlıyor önce sanarak ya da yanılarak sürüyor sonunda vadettikleri cenneti dişleyenler bana bakıp “kabuklar tam da sana göre,” diyor duyarak inanıyorum, genlerimde var bu görmek beni nedense utandırıyor kana bakmaya utanıyorum ve kavgaya da kimsenin anlam veremediği bir hazla bakıyor olsam da aynalara bakmak bana biraz iğreti geliyor inandığım her şey gürbüzleşiyor birden sütten kesilmeye aşina değilim çünkü bu ve benzerleri hep yüzümü kızartıyor inandığım şeyler mememin başını bırakıp o tartarlı dişleriyle kalbimi ısırıyor duyduklarım yetiyor bana, bu nasıl bir kusur cennetlerinde huriler ve gulâmlar kir, ovalanmadıkça yurdu belliyor deriyi cehennemi sürekli benim için harlayan adamlar pekâlâ biliyorlar duyduklarımla yetindiğimi toplanıyorum ama birikmek de denebilir buna suyun damla damla çoğalması ve birden akıp yok olması da denebilir kabuk çürür, bıçak kırılır, kurt çoğalır elmadır işte günü gelir ve ekşiyebilir kime varsam karşılıksız çekler gibi eğreti duruyor yüzüm kapılarda beni karşılayanlar ilk taşı atan benmişim gibi bakıyor yüzüme yırtılıyor bakıp özlediğim afişler sanki geçerken uğramışım ve beni hanelerine buyur etmişler III kimse için savaşmadım ama nasıl öldüm herkes için derdiğim bahçeyi rüzgâr dağıtınca yeniden batmaya heveslenen dikenlerden kendimi çekemem çünkü içim almıyor artık benim kalbim kinini arıtmıyor ama buna alıştığıma yemin edebilirim kendimi anlatmaktan bıktım yemin edebilirim kendimi anlamaya çalışmaktan da yemin edebilirim tekrar meyledebilirim fısıltıya bunu becerebileceğime eminim ve tekrar edeyim yemin edebilirim yetişmek için koşuyorum sanki varmadan ulaşmayı bilmek için acelem yok diye şımarmadan koşuyorum yol beni dize getirsin ve kırıksın desin diye balta bana yere uzanıyorum çünkü ezsinler bu eziliş beni üzmez nasıl olsa bu eziliş dallarımı bile kırmaz hayvanlar beni incitsinler istiyorum onların benden başka incitecek kimleri var onların benden başka incitecek kimseleri olsun için yere uzanıyorum ama uzandığım yer temiz evet, tam da uzandığım yere benziyorum çekinmeden kurallar koyuyorum yine kendime çünkü içimi deşen bıçak ancak böyle köreliyor birden dağılıyor terimdeki kirli leylak yüküme nasıl yettiğimi anlatamıyorum kendime o an güzel bir şey oluyor ve bende çırpınıp duranlarla silah yapıyor herkes kendine nereye gitsem yere düşmüş cep tarağı gibi duyuyorum kendimi elini uzatanlara adımı üç defa söylüyorum çünkü uzandığım yer temiz ve tekrar ediyorum tam da uzandığım yere benziyorum IV ben sizin için ayrılan süreyim belki sona ermiş gibi hissediyorum nefretle baktığım tüm yüzlerde inatla aksimi görüyorum kesiveriyorum kendi önümü ve bir dal sigara istiyorum ben buna intikam diyorum işte evet, intikam kendimden başlıyor önce sevdiklerimle sürüp düşmanlarımla bitiyor sonunda kanımı gömleklerine silenler yüzüme gülüp, “bu renk sana çok yakıştı,” diyor hızla ikna oluyorum, fıtratımda var bu inkâr beni nedense gücendiriyor sevgilime güceniyorum ve mağarama da kimseye belli etmeden kaçsam da ter kokan sığınaklara inkâr bana biraz çirkin geliyor güvendiğim herkes tuhaflaşıyor birden sırt sıvazlamaya alışık değilim çünkü bu tür şeyler hep başımı döndürüyor güvendiğim herkes bıçağını çekip onca pasa rağmen üzerime koşuyor bildiklerim yetiyor bana, bu nasıl çapak omuzlarında münkerler ve nekirler kin, kazınmadıkça kölesi sayıyor yüreği günaha ha bire makyaj yapan adamlar pekâlâ biliyorlar bildiklerimle yetindiğimi yaşlanıyorum ama ufalmak da denebilir buna etin milim milim kırışması ve hızla çürüyüp kokuşması da denebilir dil yanar, damak kurur, diş kırılır insandır işte günü gelir ve ölebilir neye baksam adi bir suçtan içeri düşmüş gibi buluyorum kendimi düştüğüm her yerde toprağı incitmişim gibi bakıyor herkes yüzüme birinin elinde taş, birinin bıçak, diğerinde tuz şaşkınım çünkü uzun zamandır allahın kimsenin belasını vermediği günlerden geçiyoruz.