İÇİNDEN GEÇTİĞİMİZ GÜNLER



 I

 ben suda kırılan bir şeyim
 ama bundan
 karada kırılmadığım anlaşılsın istemem

 ayaklarının altına tabure koyunca
 allahı bile göreceğini sanan veletlerden
 yüzümü çevirmem
 çünkü yüzüm çatlayarak çoğalıyor benim
 kabuk kırılmayı bilmiyor
 ama bunu ondan öğrendiğime yemin edebilirim

 kendime dadanmaktan yoruldum
 yemin edebilirim
 kendimi yaşama dayatmaktan da
 yemin edebilirim
 yine yüzümü dönebilirim çıtırtıya
 buna hâlâ yüzüm olduğuna eminim
 ve tekrar edeyim
 yemin edebilirim

kırılmak için koşuyorum sanki
yanmadan yeşermeye yetmek için
ayaklarım var diye gönenmeden koşuyorum
hız beni hizaya soksun
ve bozuksun desin diye tamir bana

 yana çekiliyorum çünkü geçsinler
 bu geçiş beni kırmaz nasıl olsa
 bu geçiş kabuğumu bile zorlamaz
 çocuklar beni yensinler istiyorum
 onların benden başka yenecek kimleri var
 onların benden başka
 yenecek kimseleri olsun için
 yana çekiliyorum
 ama çekildiğim yer güzel
 evet, tam da çekildiğim yere benziyorum

 iki defa daha dayıyorum ağzımı kendime
 çünkü zehre tat veren kanım
 ancak böyle paklanıyor
 sonra bulanıyor utanarak bastığım toprak
 kanımın neye benzediğini
 soramıyorum kimseye
 o an tuhaf bir şey oluyor ve
 benden kopanlarla
 bir kalp daha yapıyor herkes kendine

kime gitsem imzasını bekleyen
boş bir kâğıt olmak geçiyor içimden
vardığım her yerde beni karşılayanlara
bir yerden tanıdık geliyorum
çünkü çekildiğim yer güzel
ve tekrar ediyorum
tam da çekildiğim yere benziyorum


II

 sanki tüm biletler bitmiş de
 ilgim için teşekkür etmişler
 baktığım ve özendiğim tüm afişlere
 sanki yüzümü çizmişler
 soydukları elmaları yemiş ve
 beni kabuğa doğru itmişler

 bunu ben yaşamak sayıyorum işte
 evet, yaşamak yetişemeyerek başlıyor önce
 sanarak ya da yanılarak sürüyor
 sonunda vadettikleri cenneti dişleyenler
 bana bakıp “kabuklar tam da sana göre,” diyor

 duyarak inanıyorum, genlerimde var bu
 görmek beni nedense utandırıyor
 kana bakmaya utanıyorum ve kavgaya da
 kimsenin anlam veremediği bir hazla
 bakıyor olsam da aynalara
 bakmak bana biraz iğreti geliyor

 inandığım her şey gürbüzleşiyor birden
 sütten kesilmeye aşina değilim çünkü
 bu ve benzerleri hep yüzümü kızartıyor
 inandığım şeyler mememin başını bırakıp
 o tartarlı dişleriyle kalbimi ısırıyor

duyduklarım yetiyor bana, bu nasıl bir kusur
cennetlerinde huriler ve gulâmlar
 kir, ovalanmadıkça yurdu belliyor deriyi
 cehennemi sürekli benim için harlayan adamlar
 pekâlâ biliyorlar duyduklarımla yetindiğimi

 toplanıyorum ama birikmek de denebilir buna
 suyun damla damla çoğalması
 ve birden akıp yok olması da denebilir
 kabuk çürür, bıçak kırılır, kurt çoğalır
 elmadır işte günü gelir ve ekşiyebilir

 kime varsam karşılıksız çekler gibi
 eğreti duruyor yüzüm kapılarda
 beni karşılayanlar
 ilk taşı atan benmişim gibi bakıyor yüzüme
 yırtılıyor bakıp özlediğim afişler
 sanki geçerken uğramışım ve
 beni hanelerine buyur etmişler


III

 kimse için savaşmadım
 ama nasıl öldüm herkes için

 derdiğim bahçeyi rüzgâr dağıtınca
 yeniden batmaya heveslenen dikenlerden
 kendimi çekemem
 çünkü içim almıyor artık benim
 kalbim kinini arıtmıyor
 ama buna alıştığıma yemin edebilirim

 kendimi anlatmaktan bıktım
 yemin edebilirim
 kendimi anlamaya çalışmaktan da
 yemin edebilirim
 tekrar meyledebilirim fısıltıya
 bunu becerebileceğime eminim
 ve tekrar edeyim
 yemin edebilirim

 yetişmek için koşuyorum sanki
 varmadan ulaşmayı bilmek için
 acelem yok diye şımarmadan koşuyorum
 yol beni dize getirsin
 ve kırıksın desin diye balta bana

yere uzanıyorum çünkü ezsinler
 bu eziliş beni üzmez nasıl olsa
 bu eziliş dallarımı bile kırmaz
 hayvanlar beni incitsinler istiyorum
 onların benden başka incitecek kimleri var
 onların benden başka
 incitecek kimseleri olsun için
 yere uzanıyorum
 ama uzandığım yer temiz
 evet, tam da uzandığım yere benziyorum

 çekinmeden kurallar koyuyorum yine kendime
 çünkü içimi deşen bıçak ancak böyle köreliyor
 birden dağılıyor terimdeki kirli leylak
 yüküme nasıl yettiğimi anlatamıyorum kendime
 o an güzel bir şey oluyor ve
 bende çırpınıp duranlarla
 silah yapıyor herkes kendine

 nereye gitsem yere düşmüş
 cep tarağı gibi duyuyorum kendimi
 elini uzatanlara adımı üç defa söylüyorum
 çünkü uzandığım yer temiz
 ve tekrar ediyorum
 tam da uzandığım yere benziyorum


IV

 ben sizin için ayrılan süreyim belki
 sona ermiş gibi hissediyorum
 nefretle baktığım tüm yüzlerde
 inatla aksimi görüyorum
 kesiveriyorum kendi önümü ve
 bir dal sigara istiyorum

 ben buna intikam diyorum işte
 evet, intikam kendimden başlıyor önce
 sevdiklerimle sürüp düşmanlarımla bitiyor
 sonunda kanımı gömleklerine silenler
 yüzüme gülüp, “bu renk sana çok yakıştı,” diyor

 hızla ikna oluyorum, fıtratımda var bu
 inkâr beni nedense gücendiriyor
 sevgilime güceniyorum ve mağarama da
 kimseye belli etmeden kaçsam da
 ter kokan sığınaklara
 inkâr bana biraz çirkin geliyor

 güvendiğim herkes tuhaflaşıyor birden
 sırt sıvazlamaya alışık değilim çünkü
 bu tür şeyler hep başımı döndürüyor
 güvendiğim herkes bıçağını çekip
 onca pasa rağmen üzerime koşuyor

 bildiklerim yetiyor bana, bu nasıl çapak
 omuzlarında münkerler ve nekirler
 kin, kazınmadıkça kölesi sayıyor yüreği
 günaha ha bire makyaj yapan adamlar
 pekâlâ biliyorlar bildiklerimle yetindiğimi

 yaşlanıyorum ama ufalmak da denebilir buna
 etin milim milim kırışması
 ve hızla çürüyüp kokuşması da denebilir
 dil yanar, damak kurur, diş kırılır
 insandır işte günü gelir ve ölebilir

 neye baksam adi bir suçtan
 içeri düşmüş gibi buluyorum kendimi
 düştüğüm her yerde
 toprağı incitmişim gibi bakıyor herkes yüzüme
 birinin elinde taş, birinin bıçak, diğerinde tuz
 şaşkınım çünkü uzun zamandır allahın
 kimsenin belasını vermediği günlerden geçiyoruz.










@