mîran



kestik. sonra manzarası değişti buraların
katlar çıktım etrafıma -ellerim bu yüzdenmiş
bu gördüğün şey sabrım benim, kimselere elletmedim
dağ gibi sözcükler buldum. neye benzedim ağlayınca bilmem 
dağdan büyükmüş dağ sözü, sonradan öğrendim

sedyeler mezarlığı:
odalara giriyorum nefes veriyorum, üç iki bir 
bilindik bir ritimle tekrar dönüyor dünya
ben bu binadan çıkamam, bina çıkar benden beyaz 
eskitilmiş isimler bulurum seslenmek için sana 
adını söyletmezler, ancak mîran derim

klor kokusu:
içim çıkıyor -hayvanlarım bana bakıp döküyor tüyünü 
bir şeyi bitirir gibi yapıyor doktorlar
buz dolduruyor biri çukurlarıma, biri makasları açıyor 
öbürü geriye doğru sayıyor yaşımı. ben düşer gibiyim 
üç iki bir

yalnız sevk:
gözlerim karardı, ışıklar bölünüp döndü yoktun
bistüri düştü, sedyemi yine annem ittirdi yoktun 
katlandı taburcu kağıtları, saçlarım seyreldi 
dikişlerimi aldılar dün sabah, ayaklarıma düştü yoktun 
kalktım bu şiire başladım
bir şeyler bitti kasığımın oralarda, anlatamadım yoktun 
bir ihtimal olarak ellerimdeki zehre dökül şimdi mîran 
ben öyle düşer gibi kaldım, yoktun

oysa:
gövdende bir yokuş, indim çıplak, çıktım çıplak
çiftleşirken ne toplanır dünyadan, onu topladım ayaklarına 
astarlar sızdı ucumdan açılacak bir şeymişiz meğer 
içindeki dilim, bu sular benim sularım, sırtında senin 
atların şahlanırken düşürdüğü gölge neyse o
neyse kartalları gökte eskiten zulüm
denizleri doldurup ışıkları kapatan cüret neyse o
hâlâ ıslağız -yetmedi rüzgârın kavradığı tüller
boynunda katlanan damar yetmedi

bir şey yap mîran
beni iyice sık ve bırak şimdi








@