Bir başka frekans


Çürümenin yayılışını izliyorum. Küf yeşili kendine beyaz, kalın bir tabakadan yol buldu. O 
yeşilde arıyorum dünyanın damar yolunu. Günler belirsizlikle dönmeye başladı. Ateş 
ölçümü, öksürük takibi. Uzak bir ihtimalden içeri düştü. Hakkında edindiğimiz bilgiler yeni: 
İthal yaratık konak seçiyor. Evden eve sıçrayarak kendi kolonisini kuruyor. Bazen kükrüyor 
ve püskürtüyor yerlileri. Bazen mırıldanıp susuyor.  Onu konaktan kazımak zor. Kontrol edilemiyor. Yapışkan ve tutunmaya adamış kendini. Hafızamızdan çıkmıyor. Yer 
bildirimlerimde ilk ona rastlanıyor. Onu bütün hücrelerimizle, dışarı atmanın 
mümkünlüğünü konuşuyoruz antikorlarımızla. Çürümenin kokusu yok. Çürüdüğümü kokmuyorum. 

Günler önce yaşam kalitemin hızını artırmak için 500 megapiksel genişliğinde bir bahçe 
sundular bana. Hemen kredi çektim: Peşinat yok, kefil yok. Mutsuz ayak tabanlarımın izi çamurun şöhretler yolu oldu. Haşere aracından sıkılanlar toprağımın köküne sindi, kuruttu. Çağırdığım görevliler toprakta bir sızıntı olduğunu öne sürdü. (Bana bunun bir rastlantı? 
Bana bunun bir anımsatma olmadığını. Söyle. Siyanürvargirmeyin yazısı Anadolu’dan mı doğmuştu?) Pestisit mi, şu mu, bu mu derken, toprak biti tüm bahçeyi seğirtti. Ona küçük gözenekler ektim, onu havalandırdım, suladım. Fakat -tüm çabama karşın- söndü. Bir 
tortuya dönüştü. Topraktan geriye bir avuç fosil…

İşsiz kaldım. Sahipsiz, yurtsuz ve borçlu bir öğrenciydim ülkemde. Kart borcum, kredi 
taksitim ve diğer ödemelerim için 2. el bir erteleme tuşu sipariş ettim. Kargo gelmedi. Bir 
aygıta dönüşen mesaj kutum, gri bir kamu binasına devredildi. Kredi notum kırıldı. Bana 
kara kaplı defterden şikâyet mektubumu okuttular. 

İnsanlar şaşkın, endişeli ve her biri maskeli görünümleriyle bir anda anarşistti. Kişisel 
dönüşüm, kitlesel dönüşümle dövüşüyordu eviçlerinde. #StayAtHome marka deterjanla çitilendi dip köşe. Havalandırma balkon ve camlar demekti. Bu büyük hapishanede herkes 
hücrelerinde bekledi. Havanın kokusu değişti. İçerinin havası dışarıyla bir değildi. Hınçla yüklendim klavyeyi, evi dışarı taşıdım. Dışarısı: Balkon. Burnumu yukarı kaldırdım. Bir 
nefes çektim dolu dolu. Etrafı gözlerimle gezdim. Yoruldum mu. Saksılara su verdim. 
Günden güne sokakları özledim. Her gün cama, balkona koştu gözlerim. Bir yaşam kıpırtısı aradım umutla. Gökyüzünü hızlıca dolaşıp, tramvayın eve yakın kısmından diğer yakaya atlıyorum, caddeyi bölen ikili yolu geçip geniş düzlüklere koşuyorum. Kimse yok! Ne bir 
kedi ne de köpek. Varsa yoksa kamyon kasaları, tek tük çamlar, tutam tutam serçeler... 
Öfkemi kenara bıraktım. Kendimi yapılandırmaya başladım. 70 derece limon kolonyası 
mikrobu kırar, bilgisini kullandım. Alkole bulandım. Ateşle dağlandım. Domestosla yıkandım. Yetmedi. Ev, kapana dönüştü. Beni un ufak etti. Yaratığım günden güne büyüdü, serpildi. Akciğerlerimde bir odaya yerleşti.

Ekranda paranın dili. Pariteler akıl almaz eğimler çiziyor. Reel para kaybı ve ekonomik düşüş istatistiklerin ek göstergelerinde. İşsiz kalanlar için bir fon aplikasyonu yok. 


Bütçe açığı ve planlamalarındaki uzman görüşlerini izlerken, ölür ölmez bir sayıya 
dönüşeceğim gerçeğine çarptı ellerim. Birtakım şeyler yıkıldı. Gölgem mesela. Hiç var 
olmamış gibiydi. Kalbimin kadrajında gülümseyen bir kız çocuğu. Keskin bir acı, beni kıskıvrak yakaladı. Ağlayınca korku tozları dağılıyor, akıp gidiyor muydu? Hıçkırıklar başladığında bağlantı koptu. Nefesimi hücrelerime pay ettim. Sesimle teması kestim. Hafifledim.

Şükür, tüm ülkede pik yaptı. Sabır ve dua önlem paketi olarak açıklandı. Endişenin beni ele geçirmesini izliyordum. Teknolojik ve biyolojik terimlerden kıl kaptım, virüs kapmadım 
diyordum. Hastalığa yakalanmama kozum işe yaramamış.  Nefes borumda bir çırpınma hissiyle 184’ü tuşladım. Derken bir ambulans sireniyle hortumlara bağlandım. Sarnıçtan su çektim, üşüdüm, ateşlendim. Bir rüyada toplandım. Toprak ovdum, güğüm kalayladım. Evin taş tabanındaki helezon kilimde bir ayağımı cezalandırdım. 

Çocukluğumla oyalandım. Çakıl taşları topladım, beştaş oynadım. Sıkıldım. Evi küçük 
karelere böldüm, seksek oynadım. Azarlandım. Azad oldum mu? Terk etmeye kalkarken evi, amforaları yuvarladım. Her şey baş döndürücü bir hızla ölüyordu. Gönüllü uzmanlar ana haber programlarının gedikli şarjörü olmuş. Ekran korku kovanları boşaltıyordu.

Tüm bu gelişmelerin yanında bir izleme partisi için davet aldım. Canlı yayınlanacak bu görüşmede bozguna uğramış bir dünya belgeselinin içine yerleştiriliyorum. Fanusun içinden dışarıdakilere “gelmeyin” sözcüğünü seslendireceğim. Bu repliği söyledikten sonra beni canlı yayından alacaklar, kireçleyip toprağa yatıracaklar.

Ceset miyim naaş mı? Ölü bedenim aileme bir fatura çıkaracak mı? Evimde son bir kez dinlenemeyeceğim. Kefen bezimin üzerinde bir bıçak beklemeyecek. Çenemi bir kumaş 
parçası tutmayacak. Ağıt yok, ilahi yok, mevlit yok. Taziyeler online ve süreli. Yazdıklarım 
zaman halkalarından geçip hırıltıyla sönecek. Kararıp, kıvrılıp ertesi güne yokluğun çözeltisi 
gibi karışacak. 

Bu aralık tam bir mikroorganizma çöplüğü. Virüsün bir embriyo olduğunu unuttular. Suda yalıtılmış bir alanda bekletiliyordum. Ardımda oksijen baloncuklarından köpükler bıraktım. Konaklığımı bir çalımla sonlandırdım. Mavi ekrandaki nabız sesiyle hayata döndüm. 
Uyandım.

Pandemide eşlikçim olan tüm sağlık birimlerine teşekkür ederim. Yokluğumda sms atan 
banka ve iştirakçilerine teessüflerimi bildiririm.

Önerim:
Tanı ve tanışıklık    Bağ ve bağışıklık                                                                
Arasındaki sosyal mesafeye dikkat edelim.

Beklentim:
Güneş odaya girecek ve yarın gelecek. Bekleyelim.







@