Miras

O gün tapuda Meliha adında bir kardeşlerinin daha olduğunu öğrendiler. Önce şaşırdılar, “bir yanlışlık olacak,” dedi büyük oğlan. “Bizim öyle bir kardeşimiz yok.” dedi küçüğü. Ve ortancası onun bıraktığı yerden devam ederek “biz öyle birini tanımıyoruz.” deyip büyüğün bıraktığı yere getirdi lafı. Kesin bir hata olmalı. Üçü de kendisinden emindi. “Kontrol ediyorum.” dedi memur. Arama butonuna gitti eli yeniden, zaten hep böyle olur bakışlarıyla. Bütün aile ekranda gelip gidiyordu. Dedeler, büyükanneler, büyük büyükler sonra. Üç kardeş de gözlerini aile tarihlerine diktiler. Hem de uzundur hiçbir şeye bu kadar dikkatli bakmamışlardı. Ekran gidip geldikçe yürekleri hop hop ediyordu. “Bir yanlışlık yok.” dedi memur. “Meliha Bölükbaşı”

Durumu annelerine sormayı düşündüler önce. Anneleri 82 yaşındaydı ve iki yıl önce üçüncü evliliğini yapmıştı. Kocası öldükten sonra varını yoğunu kaybetmişti kadın. Oğlanlarının babalarından kalan mülkler de borçlulara gidince, kadın da kalan son evin yarı hissesini alıp yeni kocasıyla umreye gitmeye karar vermişti. Kardeşlere de bu yarı hisse kalmıştı. Zaten mal mülk icralıktı, en azından bunu kurtarsalardı. Beş kardeştiler, acaba gerçekten başka kardeşleri var mıydı? Adını daha önce hiç duymamışlardı. İlk evliliğinden olsa gerek. Böyle biri yaşadı mı acaba? Ne yapabilirlerdi? Büyük kardeş dışarı çıktı, sigaraya. Ortanca bir köşede bekliyordu. Küçük olan elinde evraklar öylece kalakaldı. Babasının malını bile yiyemeyeceklerdi. Annesaine olan öfkesinin hatırladı yeniden. Mahalle çalkalanmıştı. Bir tefe koyup çalmadıkları kalmıştı da en son oğulları öğrenmişti, annelerinin kocaya gittiğini. Hani kocasını çok seviyordu, hani bahçeden bostandan hep eve gelirlerdi. Hani onların aşkı başkaydı. Kemikleri sızlamadı mı şimdi? Balayına da gidecek miydi gerçekten, bu kadın hasta değil miydi, daha birkaç yıl önce yoluna yürüyemiyordu, komşular susmuyordu, kafasının içinde alıp verdi sesleri. Nefesi daraldı, derin bir iç çekti. Kaç gecedir gördüğü rüyayı hatırladı birden. Ormanda koşuyordu, arkasından bir gölge onu kovalıyordu, kan ter içinde uyanıp karısına sırtını dönüp sekreterini düşünüyordu. Sekreter ise daha çok kariyer peşindeydi ve bu gönül meselelerini umursamıyordu. Kendini bir zavallı gibi hissetti. Ama hem belki biraz parayı vurursa. Evet son zamanlarda tek dertleri paraydı. Annelerine de gerektiği gibi destek olamamışlardı. Borçlular kapıya kuyruk olunca anneleri de sığınacak bir liman aradı belki. Şimdi de bu kız kardeş meselesi. Nasıl ikna edeceklerdi onu, nasıl biriydi acaba? Paraya ihtiyacı var mıydı? Babasıyla arası nasıldı? Nerede yaşıyordu? Sadece bir imzasına ihtiyaçları vardı. Diğer kız kardeşlerini düşündü. Çıkartıp iki yüz lira verip susturacaklardı. Kızların pek ihtiyacı yoktu çok şükür. N’apsınlar hem borçları vardı. Küçüğün düşüncelerini ortanca sürdürdü. Hayıflanıp durdu. Tersliğin böylesi. İlk defa bütün kardeşler toplanmıştı. Kızlar yoldalardı, varmak üzereydiler. Şimdi kim bilir, bir daha ne zaman? İçine tükürecekti böyle şansın. Öyle ya işleri ne zaman yolunda gittik ki. Hırsızlık yapacak olsalar ay akşamdan doğardı. Küçük ile ortanca göz göze geldi. Sessizce başlarını salladılar. En sonunda bu da olmuştu. Annelerinden sonra bir darbe de buradan. Aslında ona da pek inanmamışlardı.

“Seni kim napsın!” demişlerdi konu açılınca. Kadın da gönül koymuştu oğlanlara. Onların inadına hem kendinden beş yaş genç hem de zengin bir adam bulmuştu. Ve “anam kocadı yoluna yürüyemiyor,” diyenlere inat Eminönü’ne hacı malzemeleri almaya tek başına kat kat göbeğinin altından belini kıvırta kıvırta gitmişseke seke dönmüştü. Hem de büyük oğlunun tehditleri arasında, dövüş, çekiş, uğraş derken nikahı da kıymıştı.

“Sadece bu çul çuval mı benim,” demişti kadın. Rahmetliden kalan ne varsa satıp savmışlardı. Çoğunu da oğulları almıştı. Rahmetli kocasını çok severdi. Allah onu incitmesin. İlk zamanlarda mezarına her hafta giderdi. Çiçekler dikerdi. Saatlerce kalırdı. Eve gelip fotoğraflarına bakardı. Mezarını yaptırmak için oğullarından para arttırırdı. Kuş sulukları yaptırdı büyük büyük, işlemeliydi mezarı. Nasipti işte. “Vadesi bu kadarmış, nasip.” Ama canına da tak etti. Nikahı bastı. Şimdi küsecek olan küssündü. Çoluğu çocuğu, torunları bırakıp başka semtin yolunu tuttu kadın. Kıyıda köşede konuştular. Herkesin de söyleyecek bir lafı vardı. Oğulları düşündü. Bu kadın bunu nasıl akıl etti diye. Torunları internetten araştırdı, ilerleyen yaşlarda olabilirmiş, bunamış mıydı yani? Yok, aklı yerindeydi. Ölüm korkusu diye bir şey okumuş çocuklar. Büyük oğlan şaşırdı, ne yani anam ölüm korkusundan mı elin adamına gidiyor. Aklı almadı. Çocuklar korku içinde birbirlerine baktılar. Oğlanlar yine bilgisayarın başında toplandılar. Ekranda çıkan harfleri yutuyorlardı sanki. Sonra ortanca, anam bildiğiniz aşık olmuş dedi. Oysa televizyondan izdivaç programları kalkalı çok olmuştu. Bu programlar yerini katili bulma programlarına bırakmıştı. Oğlanlar gerildi birden.

Bakışlarını tapu dairesine yöneltti küçük oğlan. Öyle kalabalıktı ki, sanki arı oğul veriyordu. Kalabalık üzerine geldi. “Bunca insan,” dedi. Bir iki adım geriledi. Duvara yaslandı. Eski tapu dairesinin rutubetli kokusunu hissetti. Bir ıslaklık. Annesi geldi yine aklına. Tiksindi bir an. Sanki oğlunun rüyasını biliyordu kadın. İçini okuyordu. Annesi bütün kocalarıyla mutlu olmuştu. Bununla da mutlu olacaktı, adam daha şimdiden onu el üstünde tutuyordu. Yüreği kendisiyle barışmıştı kadının. Oğlan ise her gece o düşü görüp karısını, sekreterini, sonra anasını hatırlıyordu. Mutsuzluğundaki bütün faturayı anasına kesiyordu. Hızla merdivenlere yöneldi. Sanki o arı kovanı da peşinden geliyordu, bu çocuk kimdendi. Bu kız kardeş. Meliha. Merdivende başını kaldırdı. Annesinin silueti tavandaydı. Saçları kabarık kabarık, birbirine dolanmış, merdivenden aşağı sarkmıştı. Sarmaşıklar gibi binanın rutubetli tavanıyla birleşmiş oğluna gülümsüyordu. Dişleri çürümüş, küflenmişti. Yeşil yeşil. Delirdiğini düşünerek kendini dışarı attı. Kız kardeşleri henüz gelmemişti. Büyük oğlan aramıştı. Biri yolda varmak üzere, öbürü de yarım saatte… Bir umut, kızlar acaba? Küçük oğlan rahat bir nefes aldı. Endişelenmişti, ya gelmezlerse diye. Alt tarafı bir imza vereceklerdi. Üçünün de hayalleri vardı gelecek olan paraya dair. Ama bu altıncı kardeş bozuyordu işi. Ne yapıp edip çözmeliydiler. Ortanca kardeş kinini içinde yoğurup anasını aradı. Derin bir nefes aldı. Diğer ikisi onu sessizce izledi. Konuşma yoktu. Anneleri cevap vermedi. Kim bilir nerede diye geçirdi içinden ortanca. Üç kardeş yan yana tapu dairesinin önünde duruyorlardı. Bir daha denediler şanslarını, cevap gelmedi. Oysa bilmiyorlardı, Meliha küçük kız kardeşlerinin kimlikteki adıydı. Kızlar yoldaydılar. Geleceklerdi. Ve kendi paylarından zırnık koklatmayacaklardı. Sessizce yola bakıyorlardı. Aniden bir arı yaklaştı kulağına vız vız. Sonra birden küçük oğlana iğnesini batırdı. Küçük oğlan çığlığı bastı. Arı alerjisi geldi aklına. Kolunu tuttu. Geçen geceki rüyayı hatırladı, bu defa uyanıp yanından karısını bulmak istedi, sonra da sekreterini…

@