İçi Boş Bir Salyangoz Kabuğu Gibi
Her yıkıntının bir hafıza taşıdığını söyleyebiliriz pekâlâ. Bir zamanların izleriyle dolu bu 
yere baktığımızda çoğu kez hüzün yüklü bir tabloyla karşılaşırız. Guernica gibi, dağılmış, 
parçalı, kayıp. Orada saklı olanın karşısında hiç kimse nesnel duramaz. Bakışın önümüze 
serdiği gerçeklik sert bir cisim gibi insanın yüzüne çarpıp durur. Yankısı duyulan her şey 
iki kelimeyi vücuda getirir o vakit: yas ve keder. İşte burada şiir devreye girip kendini 
gösterebilir, isterse. Varlığını ortaya koymak için gerekli bütün teçhizatlar ya da şiirsel 
imkân oradadır.

Şair yeniden üretim faaliyetinde bulunan biri olarak yıkıntılara bakarken geçmişi ortadan 
kaldırmaktan çok ona farklı bir bakış bırakır. Varlığını perdeleyen şeyin üzerine giderken 
dile geleni ters yüz eder, nostaljiyi var olduğu ilk halden uzağa taşır. Başka türlü geçmişin 
ilk zamanlarına dönmek mümkün değil. Burada yapılabilecek şey, romantik imgenin 
elverdiği ölçüde hatırayı ayağa kaldırıp ona yeni bir biçim vermek. Üzerinde düşünülenin 
bir daha eskisi gibi olamayacağı bilgisiyle elbette.

Peki, harabe maddi yapıların varlığını işaret etmek için mi konumlanır? Ben buradayım, 
dediği yer sadece bir mekândan mı ibaret? Diyebilirim ki bizler de yıkıntılar üzerine 
kurulu medeniyetlerin daimi elemanları olarak bir harabeden farksızız. Gerek dünyanın 
önümüze koyduğu badireler gerekse çağın bizden götürdüklerinden içimize gömülü 
yıkıntıdan sesimiz çıkmıyor. Uzağına düştüğümüz varlığımızla yan yana gelme çabası çoğu 
kez bir hüsranla sonuçlanıyor. Bizi çepeçevre kuşatan kötücül bir zamanın karşısında bir 
bütünlenememe hali içindeyiz. Harabeden çıkıp bir adım öteye gitmemiz zor. İçi boş bir 
salyangoz kabuğu orada duruyor işte.






@