Dükkan
Her sabah denizin kıyısından geçermiş gibi yeşil denizin kayıp dalgaları yollarını şaşırıp mavi büyük köpüklerle duvara boyatırmış kendilerini, bu duvarın rengine. Anafartalar Caddesi derlerdi buraya / köşesizdi bu caddemiz ama sokak çeteleri sabıkasız. İşportaya düşmüş gibi kiloyla, torbayla ve canlı canlı sicilli haydari. Darius Konyalıdaydı. Konyalı zahireciydi ve içinde bir ağız kokusu vardı, dükkan değil sanki bir ağız gibi kokuyordu bu atabey şu köşede oturuyordu, toplu taşımacılar gibiydi koku ama girip çıkanlara göre de değişiyordu. Tezgaha yaklaşıyorum tezgahta hep birisi kafasının tepesinde öbürü gözlerinde yani burnunun üstünde ayarı düşük iki gözüklü bir adam vardı. Bu iki gözlüklü miyop beybabamdı. Bir şişe süt müdüre, açık bira şişesini değiştir sütle. Temmuz ortasıydı ve temmuz ortaları hep hatırlanırdı. Elindeki defter-i kebire gelir gider yazıyordu. Bayramlıklar giydiğim için her şey bayram gibiydi, bir av Kürşat’ın okuyla iştahla açılıyordu. Salur Kazan gibi tahtında oturan Korkut Baba, koltukta mı geriniyordu, yoksa ayakta mı siftiniyordu? Tezgahın üstünde yumruk yumruğun altında kumru tutup ”nakit nakit sadece” diyor, ”peşin sadece”. Ben sigara almaya geliyorum elli bin lira. Benim de elimde bir açık bira öbür elim yanar sigara. Gürz, protez ve vakumlu zırh, yumuşak mızrak: pelte pelte adale.