boşluğu öpmek
bir planımız vardı piyanonun başına oturup yanyana ağlamakla başlayıp musıki tahsilini bir kervan gibi yolda düzüp dünyaya dokunurduk demiştik sen birkaç akor öğrenecektin çingene usulü ben kulağımı kullanacaktım ince ince iki adam bir piyanoya sığacaktık ölünce senin eksik sakalların tamamlanacaktı fitilli kadife pantolonla başlayıp ikinci el ruganla biten ayakların üç pedaldan birine basacaktı hafifçe belki kendimiz yazacaktık belki ikrar olacaktı nihayetinde göğe çıkacaktı güfte çünkü terhis olmuş bir kışlanın içindeydik ve yatakhanelerdeki lekeler çıkalı en az kırk yıl olmuştu sıvayla kaplamışlardı kurşun izlerini atların nallarına denkti it tırnakları çok geçmişti büyük hakanımız stratosfer paşa’nın son emrini çolak bir leşkere yağdırmasının üstünden artık zelzeleye dayanıklı ormanlar bitti buradan ki bir tanesinde beraber sıkışmıştık koridorda beş nokta üç küsurla bölünmüştü işletmenin sürdürülebilirliğine dair projelerin teorisi şimdi okyanus ötesi hendeshanelerde vücut bulmuş ve bangladeşli kör kız çocuklarının kisve-i tâba bürüdüğü o metal tablaların hatırlattığına göre biz bir günün pek saati çimenler üzerinde kendimize yeni alerjiler seçerken immünoloji kataloğundan daha doğrusu bir çayı en ucuz nasıl mideye indirebileceğimizi düşünürken dünyanın bütün genç oğlanları berberlerine o vaktin en gözde tıraşlarını betimliyorken biz koca dağları nasıl rengarenk ipliklere çevireceğimizi düşünüyormuşuz kara kara