Rafet Arslan 𖦼 Triaj Nöbeti
Category : no 1
Triaj Nöbeti
Sürekli; bir asansörün içinde olduğunu düşünüyorsun. Asansör belirsiz katlar arasında gelip gidiyor, ışıklar sık sık kesiliyor ve anlaşılmaz sesler geliyor boşluktan- noise.. Bir felaketi başka bir felaket ile aşıyor insan. Kendi geliştirerek, değişerek değil; sadece yeni duruma ayak uydurmaya çabalayıp, hayatta kalarak. Ve diğer tüm dünya ile eşitlendiğini düşünüyor, felaketin sadece kendinin değil herkesin felaketi olmasından. Şimdi herkes deneyimleyecek doğduğumdan beri yaşadığım bitimsiz huzursuzluğu, korkuyu, o karanlık kaygıyı... Bunu bilmek bile iyi geliyor nedensiz; sonra vakitsiz bir tebessüm yerleşiyor, artık çokta tanıdık gelmemeye yüz tutan suratına. Sonunda, tüm sikik dünya eşit sonunda diyor ve gülüyorsun; umarsızca.. Sürekli; bir asansörün içinde olduğunu düşünüyorsun. Kapı hiç açılıyor mu açılmıyor mu bilmiyorsun. Belki de farkında değilsin ya da onu algılamaya dair tüm ilgini yitirdin. Işık hep titrek- onu biliyorsun. Biliyorsun sen de kötü birisin Biliyorsun doğada ya da insanda adalet yok Biliyorsun hepimiz bencil varlıklarız Biliyorsun sanat ya da şiir büyü işidir Biliyorsun beden bedene değil ruha aç- hep Biliyorsun titriyor gemi yüreğin Biliyorsun seviştiğini aslında yemek istersin Biliyorsun varoluş bir şakadır Biliyorsun bu karanlık her günün yarısıdır- en azından Biliyorsun.. Eğer; devasa bir gök cismi, korkunç hızla ve aniden çarpmazsa yaşlı küreye, kıyametin kutsal metinlerde anlatıldığı gibi amansız gelmeyeceğini biliyorsun. O yüzden ‘kıyamet fragmanları’ diye bir cümle takılıyor zihnine (sanki yakalanıyor). Yaşlanmaya yüz tutmuş bir vücut gibi her an parça parça yaşıyor ve daha da ilerliyoruz kıyamete. İnsanın gezegende yaşamaya hakkı yok diyenlere gülüp geçiyorsun. Bizim algıladığımız dünyayı insan imgesi çizdi, algıladı, bozdu, yıktı, yaptı, kirletti- sadece. İnsan türü uygarlığı olmasaydı ne onun gezegeni mahvettiği bilgisi olacaktı ne de kıyamet bilinci. Ne kehanet olacaktı ne de bağışlanmaya dair kefaret. Biz hiç masum olmadık. Elmayı dişlediğimizden beri aynı suçları işliyoruz- döngüsel. Sürekli; bir asansörün içinde olduğunu düşünüyorsun. Günler hep aynı gibi geliyor, sürekli bir dejavu hissi; ama emin olamıyorsun. Hiç bir şeyden emin olamıyorsun, zamanın ilerlediği bilincinden gayrı. Bu günleri iyi değerlendirmemiz öğütleniyor; kendimizi geliştirmemiz, bakış açımızı değiştirmemiz, aşmamız, başka biri olmamız, yeniden doğmamız, bütünleşmemiz vesaire... Ama sen değişmek istemiyorsun, sonuna dek olduğun şey kalmak isteğin. Ne zamanın değişmesini, ne tarihin yeniden yazılmasını, ne de başka bir şeye dönüşmeyi bekliyorsun. Ama dönüşüyorsun belirsiz ve daha karanlık bir şeye. Ve hala ölüme sempati ile bakamıyorsun. insansın ve fazlaca insan- sadece. Geleceği görmek istemiyorsun, kontrolü ve kontrolsüz her şeyi sevmiyorsun. Bir çocuk kalmak istiyorsun sadece- yanan bir dünyanın ortasında.. Sürekli; bir asansörün içinde olduğunu düşünüyorsun. Düşüşün sonsuz olduğunu hissediyorsun, en stabil olan anda bile. Ayakkabılarının altını çamaşır suyu ile siliyorsun, sakalın uzuyor, şiir yazmak güç ve tek bir satır kitap okumak. Sadece tüm iyi şeyleri listelemek istiyorsun ve tüm kötü şeyleri. Asfalta yapışmak istiyorsun, bir çöp tenekesinde çiçek açmak, bir karıncaya dönüşmek ya da taşlaşmak. Küçük lekeler önemli şimdi biliyorsun. Ve Kuşku.. Biliyorsun keder hep vardır Biliyorsun ruh huzursuz bir bahçedir Biliyorsun sır kimseye açılmamıştır Biliyorsun trafik ışıklarıyla otomatik şiir yazılmaz Biliyorsun yeşil bir sefahat rengi Biliyorsun sarı aceleye gelmez Biliyorsun kalbim kırmızıdan karaya dönük Biliyorsun milyonlarca selfie'de sadece ölüme tebessüm ederiz Biliyorsun.. Ve; bir caddenin sonuna doğru yürümek, gizemli bir kapanışa yaklaşma hissiyle. Nisan 2020 / İstanbul