‘GRİ ÜZERİNE GRİNİN ÇEKİLMEDİĞİ AN’ 
2020 COVİD-19 SALGINI ÜZERİNE GÜÇLÜ ATEŞOĞLU İLE SÖYLEŞİ
1. Salgın imgesi/kavramı sizin için ne ifade ediyor?

Salgın kavramsallaşmadı, imgesi eşlik ediyor –imge peşinde koşanlar için kötü sonuç! Kaç yüzyıldır örgütlü olan kapitalizmin temel unsurları buna cevap veremiyorsa büyük bir belirsizlik var. Bundan mutlak bir belirleme çıkmaz ama sınır durumu dakik bir biçimde tayin edilmeye çalışılabilir. Ne olduğuyla ne olmadığı hayatımızı belirliyor, çok ilginç! İnsan buna kafa yordukça anlam sorusunun kapısı aralanabilir.

2. Bu salgın deneyimini, daha önce yaşadığınız herhangi bir deneyimle özleştirdiğiniz oluyor mu?

12 Eylül’de çok küçüktüm, o geliyor aklıma. Orada ayrışmalar, sınırlar ve sınırlamalar, sokağa akın etme ve sokaktan çekilmeler benzer şeyleri düşündürür gibi ama yine de insandan geliyordu sınırlama ve sınırlarına çekilme; bu başka bir karşılaşma, sonuçları daha olumlu olabilecek olan. İlkinin sonuçları hiç olumlu olmadı, başka bir ülke yarattı, başka bir insan tipi. Bunun söz hakkının insanda olmaması sevindiriyor.

3. Karantina deneyiminiz nasıl gidiyor?

Evde çalışmayı seven biriyim. Daha öncesinde de bu disiplin hâli beni mutlu ediyordu, şimdi de çok fark etmiyor. Koruda spor yapıp gelince sakin doğayla mesken arasında daha fazla düşünme imkânım oluyor. Görmediğim çiçeklerin kimselere göstermeyen filizlenmesi, gücün daha ötesinde güzelliği ve erişilemezliği aşikâr kılıyor. Bunları koklamak güzel. Eve çekilen insanların yeni reflekslerine bir şekilde şâhitlik edeceğiz ve iyi- kötü kavramsallaştırmasına girmeden, bu şâhitliklerin kendi düşünme imkânımı geliştireceğini düşünüyorum.

4. Sizce karantinada yaşadığımız şey gerçek bir yalnızlık deneyimi mi?

Herkes yalnız olamaz, yalnız kalamaz. Olguda yalnız olmak, yalnızlık değildir. Maruz kalmadır. Gerçek bir yalnızlıksa maruz kalmayı bilir, orada kalmaz. Ama yine de her zamankinden farklı olanı olgu gibi değerlendirip karar verme iradesi kişiyi yanıltır. Yalnızlık deneyimi bir olgu değildir, olageliştir ve her an karar veriştir.

5. Virüs, canlı ile cansız arasında diyebileceğimiz bir ara form; aslında yaşamımızı idame ettirme/anlam yaratma için kurduğumuz mantık ve dil/kavram sistemini biraz çıkmaza sokuyor. Canlı/cansız ayrımımızı tekrar düşündürttüğü gibi, virüslerde görülen inanılmaz evrim hızı-zekâ, insanı evrimde piramidin en üstünde konumlandırılan düşünce dizgesini tekrar sorgulatıyor... Virüslerle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Virüslerde zekâ olduğunu düşünmüyorum. Ortak olduğumuz nokta adaptasyon gibi görünüyor. Vatikan Kilisesi bile adapte oluyorsa yüzyıllardır, virüsler onunla bizim aramızda daha ileri bir yapıda, ikimizin de ötesinde. Onun adaptasyonundan doğaya ilişkin bir şeyler öğreneceğiz, Petrus Meydanı’ndan değil! Canlılık-cansızlık ayrımına gelince; sözgelimi bu sorulara karşılık veremeyen bir felsefe profesörü canlı mıdır bugün? Piramidin en üstündekini birkaç hafta içinde, bir çırpıda görmek, ayrım üzerine düşündürüyor. Doğa karşısında insan, doğa yanı sıra ikinci doğa karşılaştırması piramidin tepesinde olduğunu düşündüğümüzü abartmakla sonuçlandı. Sisyphos misali, ayıran, ayrılan sürecin dibine düştü, tepetaklak oldu.

6. Karantina sürecinde herkesin düşünsel gelişime yönelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Entelektüel aktivite sanki buna indirgenmiş gibi...

Herkesin hiç olmadığı kadar düşündüğünü ima ediyorsunuz. Bu doğru değil. Hangi aracı ya da fail bunu sağladı? Doğru olma ihtimali olsa bile, “bunu örgütleyen kim diye” sormalıyız. Halklar, filozofların istediği gibi düşünmez.

7. Sizce karantinayı karantinaya almak mümkün mü?

Olumsuzlamanın olumsuzlaması gibi oldu. Bize mutlak olumsuzlama yolu görünmediği gibi, mutlak olumsuzlamayı olumsuzlama yolu da görünmüyor. Karantina belirli bir sınırlama, sınırlandırma ve bunun üzerine geliştirebileceğimiz şey salt refleksiyon değil, salt tefekkür değil; yanımızdaki insanları, eski iletişim ağlarını, marketteki ya da kargo şirketindeki çalışanı yeni tanımaya başlıyoruz. Karantinayı karantinaya almak bende eski ilişkileri yeni halleriyle, ama bu sefer daha hakikî formlarında görmek anlamına geliyor. Buna herkesin kudreti yok, apaçık. Belki de karantinayı karantinaya almak değil de, karantina içinde içi ve dışı, eskiyi ve yeniyi etraflıca düşünmek, bedeni o hâl içerisinde görmek, dinlemek, algılamak diyeyim...

8. Bazı düşünürler sıkılmanın boş bir iç dünyanın sonucu olduğunu ima ediyor, sizce bu doğru mu? Yoksa elitizm kokan bir düşünce midir sıkılmanın eğitimsizliğin sonucu olduğunu düşünmek?

Sıkılma, kaygı, endişe, bunaltı ya da bulantı, bunlar insan hâllerinin farklı tonları. Bir bilgisayar programında birbirinden ayrılamayacak derecede benzer tonlarda renk varsa, bu hâller de öyle. Çok iyi eğitimli olup da sıkılmayan insan olmaz mı? Olur elbette. Mesele, sıkılma ya da başka bir hâl, her neyse, yine de düşünmeye devam edebilecek misin? Dünyanı kurabilme, yönünün olması, bir belirlenim taşıman ve buna bağlanman temel mesele. İşte bu içselleştirilmiş bir ethos. İçinde sıkıntı da var, hiç eksik olur mu?

9. Žižek’in covidle ilgili kitap çıkarması epey olay oldu... Bu salgında hem bir komünizm potansiyeli görecek kadar işleri büyütüyor hem de evde oturup dizi izleyin kasmayın diyor. Žižek’in düşünceleriyle ilgili neler söylersiniz?

Devrimci insan her şeyde komünizm potansiyeli görmezse devrimci olabilir mi? İşleri büyütmek lâzım elbette, küçültmemizin faturasını uzun zamandır ödüyoruz. Aydınlanma’dan beri düşünürlerin hem asıl önemli, güç eserler yazdığını hem de halka yönelik polemikler kaleme aldığını biliyoruz. Bunun doğru bir yöntem olduğuna inanıyorum. Marx’ta en tartışmacı, kavgacı hâline büründüğü aşikâr. Bizi heyecanlandırıcı, itekleyici, olmayanı olmaya sevk eden düşünceler olmazsa yaşam cansız tortusuyla üzerimize çöreklenmez mi? Arada da canlılığı ve hareketi şarj etmek için beyni dinlendirmek ya da eğitime “başka kanal”dan devam etmek sakıncasızdır.

10. Catherine Malabou Covid ile ilgili yazısında Rousseau’nun karantina anılarına değiniyor. Buna göre Rousseau gemide diğerleriyle birlikte, açık havada karantinaya girmektense; penceresiz, soğuk bir binada tek başına karantinaya girmeyi tercih etmiş. Hatta bunu seçen o gemideki tek kişiymiş. Siz olsanız hangi gemide diğerleriyle birlikte olmayı mı tercih ederdiniz, yoksa binada tek başınıza olmayı mı?

Rousseau’nun bu dünyanın havasından fazlaca yararlandığını biliyoruz; o an tercihi öbür yönde olmuştur. Bedeninin bildiği bir şey vardır, düşüncesi onu takip etmiştir. Aynı hissiyattayım.

8. Bazı düşünürler sıkılmanın boş bir iç dünyanın sonucu olduğunu ima ediyor, sizce bu doğru mu? Yoksa elitizm kokan bir düşünce midir sıkılmanın eğitimsizliğin sonucu olduğunu düşünmek?

Sıkılma, kaygı, endişe, bunaltı ya da bulantı, bunlar insan hâllerinin farklı tonları. Bir bilgisayar programında birbirinden ayrılamayacak derecede benzer tonlarda renk varsa, bu hâller de öyle. Çok iyi eğitimli olup da sıkılmayan insan olmaz mı? Olur elbette. Mesele, sıkılma ya da başka bir hâl, her neyse, yine de düşünmeye devam edebilecek misin? Dünyanı kurabilme, yönünün olması, bir belirlenim taşıman ve buna bağlanman temel mesele. İşte bu içselleştirilmiş bir ethos. İçinde sıkıntı da var, hiç eksik olur mu?

9. Žižek’in covidle ilgili kitap çıkarması epey olay oldu... Bu salgında hem bir komünizm potansiyeli görecek kadar işleri büyütüyor hem de evde oturup dizi izleyin kasmayın diyor. Žižek’in düşünceleriyle ilgili neler söylersiniz?

Devrimci insan her şeyde komünizm potansiyeli görmezse devrimci olabilir mi? İşleri büyütmek lâzım elbette, küçültmemizin faturasını uzun zamandır ödüyoruz. Aydınlanma’dan beri düşünürlerin hem asıl önemli, güç eserler yazdığını hem de halka yönelik polemikler kaleme aldığını biliyoruz. Bunun doğru bir yöntem olduğuna inanıyorum. Marx’ta en tartışmacı, kavgacı hâline büründüğü aşikâr. Bizi heyecanlandırıcı, itekleyici, olmayanı olmaya sevk eden düşünceler olmazsa yaşam cansız tortusuyla üzerimize çöreklenmez mi? Arada da canlılığı ve hareketi şarj etmek için beyni dinlendirmek ya da eğitime “başka kanal”dan devam etmek sakıncasızdır.

10. Catherine Malabou Covid ile ilgili yazısında Rousseau’nun karantina anılarına değiniyor. Buna göre Rousseau gemide diğerleriyle birlikte, açık havada karantinaya girmektense; penceresiz, soğuk bir binada tek başına karantinaya girmeyi tercih etmiş. Hatta bunu seçen o gemideki tek kişiymiş. Siz olsanız hangi gemide diğerleriyle birlikte olmayı mı tercih ederdiniz, yoksa binada tek başınıza olmayı mı?

Rousseau’nun bu dünyanın havasından fazlaca yararlandığını biliyoruz; o an tercihi öbür yönde olmuştur. Bedeninin bildiği bir şey vardır, düşüncesi onu takip etmiştir. Aynı hissiyattayım.









@