Kraliçenin Kaçağı
yaşlanmış bir kahramandan daha güzel ne var ki hayatta?

dağlar var diyeceksin, 
müzik, vücutlar, asırlar,
araya girmeden duramayan zaman ve mekanlar
acıma bilmeyen sert rüzgarlar,

kralların tanrısı,
beni yıktığın meydanda zaferlerini ilan eden
yalanların tanrısı:
öldürülmemiş kahraman

yenmekten bahsetme bana.

Sunu: Harabe ve Gelecekler
     Harabeler, geçmişe dönük bir açıklıkla zamanlar arasında hareket eden ve hareketi mümkün kılan nesneler. Giovanni Battista Piranesi’nin resmettiği görkemli yıkıntılar, Roma’nın rüya manzaraları, geçmişe dönük romantik bir imgeyi de yaygınlaştırıyordu. Goethe, İtalya seyahatinde bulduğu Roma’nın, Piranesi tablolarından bildiği Roma olmadığını gücenerek yazar.¹
     Daha sonra Avrupa şehirlerini harabeye dönüştürecek olan dünya savaşı ile harabe çağrışım alanı genişlemişti: hafriyat, yıkıntı, kalıntı, virane, enkaz. Bu kelimeler harabelerin romantik imgesini üstlenmediler. “İkinci dünya savaşının bombalanmış şehirlerini hatırlarken harabe nostaljisinden nasıl bahsedebiliriz?”²
     Harabeler yalnızca kaynağını efsanevi Yunan ve Roma köklerinden alan ve savaşta yerle bir olan bir Avrupa ile ilgili değildi. Mısırlı şair İbrahim Naci’nin El Atlal şiirinden uyarlanan, Ümmü Gülsüm’ün aynı isimli şarkısında düşünceli bir dolaşmanın hayali mekânı olarak yine harabeler arasındayız: Ey kalbim, aşk nereye gitti diye sorma / yıkılan hayallerimdeki anıt / doldur da yıkıntılarına içelim. 
     Mahmud Derviş’in şiirinde harabe³, Derviş’in 1941’de doğduğu ve 1948’de İsrail’in işgaline uğrayan köyün kendisi. İşgalin kesintiye uğrattığı, çocukluğunun imgelerine ulaşmayı mümkün kılmayan bu mekân, bir harabe: Burayı kendimize göre deneyimleyelim: / Burada, bir taşın üzerine bir gökyüzü düştü ve kanattı onu / baharda anemonlar açsın diye / (Şarkım şimdi nerede?) / Burada, ceren penceremin camını kırmıştı / onu takip edeyim diye / (Şarkım şimdi nerede?) / Burada, büyülü sabah kelebekleri okuluma giden yolu taşırdı / (Şarkım şimdi nerede?) / Burada, yıldızlarıma uçmak üzere bir atı eyerlerdim / (Şarkım şimdi nerede?) 
     Beyrut’ta 2020’deki patlamanın ardından yıkılan apartmanlar ve molozun içinden gökyüzüne yükselen toz bulutu görüntüleri, Lübnan İç Savaşı’nda yerle bir olan bu şehre dair görüntüleri de akla getirmişti. Patlamanın ardından evinin yıkıntıları arasında piyano çalan bir kadının viral videosu, yıkıntı estetiğinin başka bir boyutunu akla getiriyor. Piyanist filmindeki savaş sonrası Almanya’nın sinemasal imgesinin bir çeşit tekrarı.
     Walter Benjamin’in tarihe dair tezlerinde, harabe, şimdiki zamanda eylemin imkanlarını düşünmenin dizgesi. Felaket tekrar eder, tarih yıkıntı biriktir, tarihin meleği ise gözü biriken yıkıntılara dikili olduğu halde geleceğe doğru sürüklenir. “Bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket.”⁴ 2015’te ilan edilen ve iktidarın toplumsal barış kalkışmasını sona erdirdiğini de duyuran sokağa çıkma yasakları, Diyarbakır Sur’da, böyle tekrar eden felaketin yeni bir döngüsünün başlaması anlamına geliyordu.
     Tarihin yıkıntılarını tespit etmenin şiirsel imkanından söz edebilir miyiz? Tarihin yıkıntıları birikirken romantik imge nerede duruyor; onu tersyüz etmek mi yoksa ortadan kaldırmak mı gerek? İçinde olduğumuz harabeler ve baktığımız gelecekler neler? Bu soruları şiire ya da serbest biçimli bir üretime dönüşmek üzere, çağrışıma ilham olsun diye, yazarlara bir çağrı olarak ilettim.
     Veysi Erdoğan’ın metni, bu sorularıma karşılık vererek dosyayı açmaya yardım ediyor. Anita Sezgener, harabenin ne olduğunu bulmak üzere kapsamlı bir deneyim-araştırma yürütüyor.
     Selcan Peksan’a, İnsandan Sonra’nın kıyamet sonrası görüntülerini aklımda tutarak yazdım, o da bu çağrıma karşılık verdi. Mehmet Yaşın, dosyadaki şiiriyle yeni kitabını da müjdeliyor.
     İnanç Avadit, harabe kavramını, İzmir’in dönüşümünü gözlemlediği fotoğrafları ile düşünmeye başlamıştı. Avadit’in dosyadaki şiirine bu sergiden bir fotoğraf da eşlik ediyor. E. İrem Az, şiirinde, Sade Yaşadığımız’dan da hatırlayacağımız gibi, beden-emek ekseninde gözlediklerini yeni bir dile dönüştürmeye devam ediyor.
     İlhan Durusel, bir tapınak-harabe’de bizi yanıt bulacağı meçhul bir yakarıya ortak ediyor. Harabeler çoğu kez hayaletlerle ilişkilendirilir. Oyun yazarı olarak tanıdığımız Erdem Avşar, metninde, harabelerin olağan sakinlerine olağandışı bir örgütlenme çağrısında bulunuyor.
     Asuman Susam, katmanları birbirinin üzerine çöken bir iç harabe-coğrafyadan, geçişleri gözü kapalı bilen birinin açıklığıyla sesleniyor. Bengü Özsoy’un şiiri, ev’in ve yurt-ev’in harabeleşmesine dair bir tanıklık. 
     Yusuf Uğur Uğurel’i okurken Oysa Bu Yapraklar Beni İyileştirmeyecek’te kurduğu şiir formunu da hatırlıyoruz. Uğurel, şiirinde, geçtiğimiz temmuz ayında kaybettiğimiz şair Metin Sefa ile, içinde yaşadığımız harabelere dair bir diyalog sürdürüyor. Şiirlerini belki yakında daha da sık göreceğimiz İlker Hepkan ve Sema Merve İş, bu sayıda harabe ve geleceklerle ilgili başta sorduğum soruları yorumlayanlar arasında.





“Elbet ben de bahsedicem sana içinde bulunduğun yalanlardan, bir enkaz altında kalanlardan, yananlardan, yeraltından” 
Gazapizm

1. Johann Wolfgang von Goethe. 2021. İtalya Seyahati. Çev. Gürsel Aytaç. İletişim.
2. Andreas Huyssen. 2006. “Nostalgia for Ruins.” Grey Room.
3. “El-Birve’nin Harabeleri Önünde.” Arapçadan İngilizceye çeviren: Sinan Antoon. https://www.jadaliyya.com/Details/23789/Mahmoud-Darwish-Standing-Before-the-Ruins-of-Al-Birweh
4. Walter Benjamin. Son Bakışta Aşk. 1993. Ed. Nurdan Gürbilek. Metis.

İçi Boş Bir Salyangoz Kabuğu Gibi
Her yıkıntının bir hafıza taşıdığını söyleyebiliriz pekâlâ. Bir zamanların izleriyle dolu bu 
yere baktığımızda çoğu kez hüzün yüklü bir tabloyla karşılaşırız. Guernica gibi, dağılmış, 
parçalı, kayıp. Orada saklı olanın karşısında hiç kimse nesnel duramaz. Bakışın önümüze 
serdiği gerçeklik sert bir cisim gibi insanın yüzüne çarpıp durur. Yankısı duyulan her şey 
iki kelimeyi vücuda getirir o vakit: yas ve keder. İşte burada şiir devreye girip kendini 
gösterebilir, isterse. Varlığını ortaya koymak için gerekli bütün teçhizatlar ya da şiirsel 
imkân oradadır.

Şair yeniden üretim faaliyetinde bulunan biri olarak yıkıntılara bakarken geçmişi ortadan 
kaldırmaktan çok ona farklı bir bakış bırakır. Varlığını perdeleyen şeyin üzerine giderken 
dile geleni ters yüz eder, nostaljiyi var olduğu ilk halden uzağa taşır. Başka türlü geçmişin 
ilk zamanlarına dönmek mümkün değil. Burada yapılabilecek şey, romantik imgenin 
elverdiği ölçüde hatırayı ayağa kaldırıp ona yeni bir biçim vermek. Üzerinde düşünülenin 
bir daha eskisi gibi olamayacağı bilgisiyle elbette.

Peki, harabe maddi yapıların varlığını işaret etmek için mi konumlanır? Ben buradayım, 
dediği yer sadece bir mekândan mı ibaret? Diyebilirim ki bizler de yıkıntılar üzerine 
kurulu medeniyetlerin daimi elemanları olarak bir harabeden farksızız. Gerek dünyanın 
önümüze koyduğu badireler gerekse çağın bizden götürdüklerinden içimize gömülü 
yıkıntıdan sesimiz çıkmıyor. Uzağına düştüğümüz varlığımızla yan yana gelme çabası çoğu 
kez bir hüsranla sonuçlanıyor. Bizi çepeçevre kuşatan kötücül bir zamanın karşısında bir 
bütünlenememe hali içindeyiz. Harabeden çıkıp bir adım öteye gitmemiz zor. İçi boş bir 
salyangoz kabuğu orada duruyor işte.







ağaçlar, hayaletler, harabeler ve küf üzerine değiniler 
1: bir şey tek başına durup durup harabeleşir mi? 
harabe kelimesinin etimolojisine bakarsak 
Arapça χrb kökünden gelen χarāba(t) خرابة “harap şey veya yer, yıkıntı, virane” sözcüğünden alıntıdır. 
yıkılmakla harabeleşmek arasında büyük bir fark var. hayalet ağla ağ arasındaki gibi.
 
2: biz hayalet gibi geçeriz mutsuzluğun boynundan. 
(kızımın bir çığlığı var hiç kaybolmayan.) 

3: bir harabenin dünya mirası listesine alınması. bize insanın kusurlu olduğunu hatırlatır. 
evde küf varsa ev havasızdır. 

4: bir yere ne zaman harabe denir? 
“Peki bir harabe en nihayetinde nedir? Bir harabe, doğaya terk edilen insan yapısından
başka bir şey değildir ve şehirdeki bir harabede cezbedici olan, çağrıştırdığı vahşi doğadır:
Tüm tezahürleri ve tehlikeleriyle, bilinmeyenleri vaat eden bir yer. Şehirleri erkekler (ve daha 
az sayıda olmakla beraber kadınlar) inşa ederler; fakat bu yerlerin çöküşünü hazırlayan doğadır. 
Depremler, kasırgalar, zamanla şiddetini artıran çürüme, erozyon ve paslanma gibi süreçlerle 
başlar yıkım.” 

5: küf manifestosu’na göre yıkım, insanların kendilerini yeniden inşa etmesi için bir araçtır. 

6: ‘harabelerin Rembrandt’ı Piranesi’nin hayali hapishane gravürleri. kuşları. duvarlarını 
okyanus dalgalarının dövdüğü suların kabarıp çekildiği sonsuz salonlu labirentler. 

7: işte biz ağaçlardan önde gelmeyiz. hele de ıhlamur ağaçlarından.
 
8: (kızım her gün yeni bir kelime öğreniyor. 
kendine hiç yabancılaşmıyor.) 

9: harfler harabelerin neresinde durur? yitip gittiği yerden kalkan başlar. 
bir şey kendisi dışında başka bir şey olmayı arzulamazsa da iyi. 

10: Walter Benjamin’in Tek Yön’ü önümde. bagaj kapağının açılmasıyla kafama inen
o tuğla ağırlığında torba. titrek bir özür, kendini sürekli hissettiren sızı. bayılmadım. 
gözbebeğim de büyümedi. yalnızca çok sessiz istedim. odiyometre çalıştı. orta tiz sesler
az duyuldu. kıkırdakımsı doku. burundan ya da kulaktan omirilik sıvısı gelmedi.
12 saat geçti. aldırışsız titrek bir özür. çatırtı. su sesi henüz yok. toplu köpek havlamaları. 
uzak bir hız sesi. taşlarla örülü evler arasında. hep bir şey olacak duygusu. dirilecek. 
gelecek tavan aralarından. harabe ve hayalet ilişkisi. 

11: https://www.e-skop.com/skopbulten/bir-harabe-tarihinden-fragmanlar/4689 

12: Poliphilo kayıp aşkını aramak için. yola çıkar. sütun başları, frizler, kaideler arasında. 
parçalanmış bir geçmişi. bir araya getirir. 

13: mezarların ve harabelerin koruyucusu bir hayaletimsi harabenin insanlık tarihi olduğunu 
muştular. Volney yanılmıştır. 

14: bir harabeyi sarabilir bir bitki örtüsü var. belki bir saklanmayı başaran. el almadan. 



Dip Akıntılar 

https://www.nisanyansozluk.com/kelime/harabehayalet ağ: 
https://www.suustunde.com/tr/content-details/hayalet-ag-nedir-.html?ContentID=739 Rebecca Solnit, Kaybolma kılavuzu, s:86, çeviren: Gökçe Gündüç, Encore yayınları, 2015 küf manifestosu için: 
Özlem Elif Aras. Hacettepe üniversitesi güzel sanatlar enstitüsü seramik anasanat dalı. Mekan ve harabe ilişkisi. Yüksek lisans sanat çalışması raporu. 






Şanslı zaman kesiti
Flu ile bulanık arası - Düşünce ile vahiy arası
Yaratılmış değil var olmuş, söylenmiş de duyulmamış
-Bu nasıl hissettiriyor?

Postallarımızla ilerliyoruz duyargalarımızla
Avcıyı hayvana çevirecek bir yol
-Beni istediğin yer neresi?

Çıplak bedenlerimizle uzanıp tablolarınıza
Gelmenizi bekledik
Tahrik edildik, takdim edildik
Uzanıp tablolarınızda gelmenizi bekledik
Siyah, kıvırcık tüylerimizi gösterdik
Gelmenizi bekledik tablolarınızı yırtarak
Geleceğimizi yerle bir ettik
Vaat edilen cenneti, elma bahçelerini,
Tapınaklarınızı yerle bir ettik
Bize bir duvar süsü olma lüksü verilen, 
Bize kaynağında yıkanma şansı verilen evinizi
-Bu daha iyi mi?

Beklentileri yükleniyor şanslı zaman kesiti
Biri bu hikâyeyi başkasının ağzından aktarıyor:
Dere yolundan yeni dönen bir zebra
Kuyruğuyla havayı süpürüyordur, 
Binici topuğuna basarak koşuyu 
Göbekten başlatmaktadır
Hızla alınan yolun sorumluluğu
Adrenalin hazırlığı
Ritmik ve yerinde ve belirsiz dokunuşlarla
Göbeğinde hissedip
Hissedip bir hayvana dönüşecektir
Tembel bir köpeğe
Bu daha yumuşak mı?

Dart tahtasında çekici bir hedef gibi  
Yüksek bir köprüden geleceği izliyoruz
Bir anlık kararla kayalıklara çarparak 
Parçalandığını kaybetme korkumuzun 
Biz yükselirken parmaklarımızdan çaresizce
Kayacaktır, tüy olup savrulacaktır
Henüz ulaşamadığımız zirvelere, burgu burgu evrenlere
Kereste testeresi ile parçalara ayrılacaktır bütünlüğü
Ne kadar acıtacağının üzüntülü hazzı 
Şöyle deriz: bu bir refleksti üzerinden ordularla geçilen güdü
-Cezalandırılmayı hak ettik

Parçaları birleştirmek mümkün olabilirdi
Altın tozumuz olsaydı uyku kumu
“Dedi ki: ‘Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?’ 
 Dediler ki: ‘Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor.’ 
 Dedi ki: ‘Yalnızca az (zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz.’”







Nokta
       çocuk yetiştirmeye kimin vakti varsa ona gidelim      değil      doğuş 
vaktine gidelim      laf      metronun kapısı kapanmadan bin de gidelim      
baban baba değil kardeşin kardeş mi sevgilin sevgili kalamaz sana      ve 
oğlun oğul oğul değil     hepsinin tekleştiği Bir’ine gidelim      eğer durakta 
seni bekleyen yoksa yolumuza devam edelim      yorgunluk veriyor yoksa 
Bu-hayata ayak uyduruyormuş gibi yapmak      küme küme sınıflamalar 
mayın döşeli sınırlar içinde düzen intizam      herşeyin bir ruhu 
yokmuşçasına canlı ve cansız varlıklar denir      laf er ile dişi        ağaçlar 
içinde turunçgiller onlar içinde portakal ve portakalın yafa cinsi hep aynı 
varoluşta değillermiş gibi      bak kapılar kapandı     ve içerimde capcanlı 
bi’şeyler açıkta kaldı      şiir mi     katliamdan kurtulmuş eski tanrılardan biri 
mi      ne zaman dışarı adım atsak bir mayın patlar ve şairler öldükten sonra 
yaşamaya başlar laf      bırak yer kavgasını sürdürsün kardeşler ile baba 
cesedi ve öldürdüğün son sevgili      metro dersen sıkıştıkça sıkışık sen 
dikili bekle      bekle      kalabalıkta daha yalnız      kitabını indiremez ki 
yekvücuda erişemeyen Ruh ölür sevişilmemekten bedeni değillenince      
ve ölüler sağır olur      dilsiz dil gönül olur      ben daha değil        Ben 
kendimde bile değil nicedir      halvet bitmesin istiyorsun başlamasından 
korktuğun halde       ben gitmesin sen gelmesin ne de başka yolcular girsin 
aramıza sanki ikimiz düzenin ezberini bozmuşmuşuz da       laf       çürüyen 
gövdeyi arıtamaz arıtsın istiyorsun Selsebîl Pınarı en duru dizelerle dizi dizi 
inip tavaf etsin melekler bizi      haberin yok mu harp harabesi Yer’de greve 
çıktı cümle hizmetkârı göklerin Cebrail de içlerinde      birden kol kanat 
havaya uçtu mayına basar basmaz erler değil mi ki artık öpüşemezler 
melek ya da er değil      ne de dişi      yeraltında bekliyor işte yanlış sinyal 
yüzünden cümlesi      demiştim bir yere varmak imkânsız bu şehrin altı gök 
üstünde       pek derin bir söz söylercesine üst üste tekrarlıyorsun 
Akropolis’te inseydik keşke Akropolis’te inseydik keş-      o an aramızdaki 
bütün ihtimaller bitti      mecburen arkamı döndüm soyunabilirsin kimse
görmüyor seni    değil      demek istediğim bu değildi     öyle olamazdı 
sevmek çünkü ruh ten zihin bir idi      duygular ile ayaklar yerden kesilince 
yükselebilirsin indirmek için şiirini     laf hepsi laf      metroların da bir tanrısı 
var döner-merdivenin başını tutar ve biletsiz yolcuları gerisin geri bana 
yollar      seveceksen tam seveceksin herşey ve ne varsa hepsi bir Tek      
ve uzaklaşır Bu-dünya küçüle küçül mavi bir topa dönüşür      O      
buradaki nokta yuvarlanırken evrenin yıldız dolu boşluğunda      . 

                                                                                                             

Atina, 2021




Editörün notu: Nokta şiiri Mehmet Yaşın’ın gelecek sene yayımlanması 
planlanan kitabında yer alıyor. 













Harabe-temel
Dünyanın temeli olarak harabe.
Katmanların oluşması ve sonunda muhakkak bir harabeye dönüşüp sıradaki katmanın 
temelini atması.
Kavramsallaştırdığımızda bir harabe-temel’den söz etmek mümkün.
Öyleyse dünya yapılan bir şey olduğu kadar yıkılan da bir şeydir.
Hem doğa hem de insan onu sürekli olarak yaparken sürekli olarak da yıkarlar.
Gelecek böyle inşa edilir.
Gelecek bir harabe-temel’dir.
Höyük, bir yıkıntı toplamıdır.
Bir çağ sıradaki çağın harabesidir.
Teknolojiler, alet çantaları, büyük buluşlar çöp olur.
Fikirler, hayaller, altın çağ umudu her seferinde yeni bir çöpdağıdır.
Kazı alanlarında bulunan işlikler, geride bırakılmış çöple geleceğe bir mesaj bırakırlar.
Bilgiyi ileten de yine bu harabenin toplamıdır.
Doğru anla, ben insancıl değilim. Ben bir cehennem yetiştiricisiyim.
Kolonların daha uzun süre ayakta kalacak belki.
Ama çatıların asla düşündüğün kadar sağlam olmayacak.
Camların kırılacak, kapıların rüzgarda son kez çarpıp menteşelerinden ayrılacak.
Beni iyi dinle.
Ben harabeyim.
Ben geleceğim.






Editörün notu: Fotoğraf, İnanç Avadit’in 2018 yılında İzmir Mimarlar Odası’nda izlenen Kazı sergisine aittir.

tohum işçisi filizi hatırlar
Pachira Aquatica bir dilek hırsızıdır.
Yoksul emekçinin yana yakıla
aradığı büyüsüz takma ismi
sahiplenir. Muhasebe
mülkiyetten yeşerir.

Para Ağacı bir umut hırsızıdır.
Kuru toprak, nemsiz hava 
beğenmez. İşçiye düşer 
tohumunu satmak.

Endüstri ve sonrası bol su ister—
e-bölünerek ürer
yıkıntılar—blok zinciri
ve hibrit tohum aklanır.

Güçlüsü meyve, 
güçsüzü atalık peşinde.
En son ne zaman bir filiz gördüğünü 
sadece tohum işçisi hatırlar:
Gelecek, emekten kamaşır.











Kibele için Kıyamet İlahisi
Bir kayamezarı kitabesinin Hititçe’den Aşık Bestami tercümesi 


Ey Kibele sana geldik, kabul et bizi, sana geldik. 
Kapandı arkamızdaki bütün yollar. Şimdi senin 
karşındayız. Bırakıp gitme bizi yine Kibele. Kabul et 
bizi. Elbiseler dikelim sana. Çarıklar getirelim gelin 
terlikleri gibi tüylü. Kibele kabul et bizi.

Kibele, böyle memelerini aç bize. Bırak aksın ağzımıza 
sütün, ruhunun usaresi. Bizi sen yarattın, sen besle. 
Bir rüzgâr gibi sar bizi, esirge. Kibele aç göğsünü 
bağrına bas bizi. Sars bizi, depremler gönder, Kibele, 
yıldızlar yağdır üzerimize. Sağanak yıldırımlar dökülsün 
tepemize. 

Seni övüyoruz Kibele. Seni övüyoruz sabah. Seni 
övüyoruz sabah kalktığında önünde bir öğün övgü. Korkma 
diyoruz, bizi yarattın, korkma bizden kötü oluruz diye. 
Senin kuralların işler kainatta. Unutturma bize! Korkma 
sağ elini oynat. Emir ver, eğilelim önünde. Secde. Bizi 
görevlendir şimdi. Vazifeye gönder munis misyoner. 
Kibele bizi iyi insanlar yap. Öncü yap bizi, akıncı! 
Karanlık yollar çıkar önümüze ama aydınlık olsun 
arkamız. Biz yaklaştıkça uzaklaşsın sabah. Öyle olsun. 
Sen istediğin zaman getir sabahı önümüze. Biz de 
öğrenelim kendimizle bu sabah diyelim bizim sabahımız, 
biz hak ettik bunu, biz kazandık elimizle emeğimizle. 
Kibele bizi inandır buna. Bize adsız Yalvaç gönder, 
ordu kursun. Bir tılsım ver ona: Beyaz karga beyaz 
karga.

Ey ay kadar güzel anatanrıça!
Sabaha kadar göz kulak ol akkargaya, karayalvaça, altınorduya!

Kibele, Kibele bak oldu işte 
Bu satır başı senin 
bu satır senin satırın sana ait uzak bir yazdan kalma
Serin otlaklarda sadık atlılar kaybolmuş burada 
kapı zillerini çalıyoruz duysunlar diye 
sis çanları döğülüyor 
Gel güzel atlı / Atı kanatlı / Baldıriçi dövmeli.
Sayacıların kana kana dövdüğü deri. 
Senin mi o yaş deri? O görklü saya? Islak kösele?
Sayacılar çarık yapsın ayağına. Mokasen. Çırakları ökçe 
çaksın. Ökçe çak kunduracı çırağı! Çakılsın öfke 
böğrümüze, döşümüze. 
Pelerin biçelim, ört üzerimize üşüyünce.

Burada yedi ton ışık var, hepsi senin! 
Başaklar on üç renk, renklerini sen verdin!
Suya bakar kendimizi görürüz, senin eserin, sen 
gösterirsin!

Kibele, Mezarına bir krallığın sığdığı Kibele!
Aşk organıyla imparatorluk yıkan ece!
Bir önceki dünya da senindi
Baştanrıçasın bir sonrakinde de
Ulu Kibele!

Boş beşik, altın yüzük, hoş bilezik. Bir sürahi nektar, 
bir kase soğuk erik.

Malabadi Köprüsü yıkık. 
Yeniden yapılmayı bekler senin için.
Kudret ver bitirelim.
Kıyamet günü gibi bayram edelim!
Daha çok acı ver bize, katar katar keder. 
Ama sıkma canımızı. Yeter.
Kurtar bizi sıkıntıdan can sıkıntısından. 
Bıktık usandık kendimizden.






Denizin Kenti
aynı sorular girdikçe aramıza
suları bulandıran tanıklara kalıyor
ikimizin de yaşamayı beceremediği sıla.

yalnızlığında kıskanıyorum çizgi ellerini
her yerde senin adın bacaların tütmediği kentlerde
geri geri koşuyor iki sevgili
ortalarındaki koskoca Tanrı’ya bakakalıyor
ne acı.

haydi kalk uyan artık, müzik İstanbul’u yıkıyor!










İlker Hepkan 𖦼 Kraliçenin kaçağı
Kraliçenin Kaçağı
yaşlanmış bir kahramandan daha güzel ne var ki hayatta?

dağlar var diyeceksin, 
müzik, vücutlar, asırlar,
araya girmeden duramayan zaman ve mekanlar
acıma bilmeyen sert rüzgarlar,

kralların tanrısı,
beni yıktığın meydanda zaferlerini ilan eden
yalanların tanrısı:
öldürülmemiş kahraman

yenmekten bahsetme bana.










Yeni Bir Hayatın Yıkıntısı
Bu ölülere bir dirilme çağrısı
Herkese değil, yalnız bazı gruplara mahsus
Kendisi topraktan çıkamayanlar için
Elimizde kazmalar, kürekler, çapalarla geliyoruz.

Cenaze ağıtlarına karnımız tok,
Hayat fışkıran bir sirk gibi yürüyoruz,
Yanımızda kaplanlar, aslanlar, üstümüzde tüylü tüysüz garip kuşlar.
Eski Yunan koroları gibi sesleniyoruz size:

			                        “Burası artık yeni bir kent
			                          İşte tabelasını da çaktık
								                             tak tak tak tak
				                  Buyurun bir çanak anten
				                  Ulusal kanal
                                                            bir radyo
                                                                     bir de konserve fabrikası.
					         Yevmiyeler dirilerden
					         Sendikalar sizden.”

Burası bizden önce de vardı ama adını siz koydunuz,
Şimdi size düşen biraz silkelenmek biraz da hatırlamak:
Kimdiniz, neydiniz, hıncınız kime, hangi taşın altında kaldınız.
Merak etmeyin, şimdi birlikte kaldıracağız, sizi öldüren allah utansın.

				            “Yavaş yavaş çıkarıyorlar ellerini			
				              İşte ancak böyle kurulur yeniden hayat

						                                  HA-YAT! HA-YAT! HA-YAT!
				
                                             İster süre süre ayaklarınızı
				             İster koşa koşa gelin
			                     Burası artık hepimizin.”

Her çukur açıldıkça keyfimiz yerine geliyor,
Her birini tek tek kapatıyoruz,
Bir daha kimse girmesin diye.
Yeni bir hayatın yıkıntısı işte böyle kurulur.














harabeden dildışına
Sakın havradan geçme. Yıkıntıların arasından. Yoldan ayrılma. Dosdoğru ev’e. 


her şeyi tersten. yaptım. havradan geçtim, kendime yeni patikalar açarak. harabeydi. yıkıntılar 
arasından. kemikler kesti adımlarımı. kim bilir hangi hayvandan. adını bilmediğim duvar dibi 
ağaçları. durdurdu yapraklı dallarından. tısss sesini gördüm. durdum. derisi soğuk bir çıt 
çıkabilir mi? kim kime yutulmuş. geçmiş oyundan. unutulmuş. cicoz, gazoz kapaklarından. 
kırık şişeler. izbıraktım. camdan. harabeye. a yazdım. çıktım sonra patikadan yola. sınır 
hattında sararmış otlar, dikenler, kuru yapraklar. inatçı tek dal gülhatmi. duvar. yarısı silik. 
penceresidir dediğim gedik. çarkıfelek bitmiş, açmış, sarkmış aşağılara. oradan yola 
doğrulmuş.

Ona söyle, içine yerleştirdiği o boşluk derisi büzüştükçe yok olmayacak. Korkmasın, ondan. 
Sınırları siler mi zaman, diyorsun? Silinenden iz kalmaz mı? “Herkesin kendi keder ritmi”.* 
Yolculuk kendi düzenini kuracak acının kat yerlerinde. Açılacak başka hayat. Başka bir 
sevmek başlıyor şimdi. Kırılıp dökülenden. Yırtılıp sökülenden. Acılıhaz. Yıkıma uğramış bir 
iç, harabedir. Kim kaldıracak neyi? “sevilen varlık”. “acıyla doluyum”. İnsan unutmuyor. 
Sen de bir şey söyle. Eti ete dikiyorum, bir kalbi düzlemek için.

Yine söz dinlememişsin. dinlemedim. ama seni çok sevdim. senin sevdiğin kadardan çok. 
sevdim. Üzme beni, dedikçe inadına… inadıma. sarıldım kuvvetlendim. Bu yanlışlar 
büyük ve fazla. (beni) cezalandırmak için. Çok fazla. Delirmişsin gibi. aşırılıklarımdan 
söktüm kendimi. duruldum. sudan fazla. zardan. tüyden. hafif. göremedin sen. gitmenden 
önce hafiflediydim. hatırlamak, hatıra çekip gitmişti senden. sen gitmeden. harabe değildin. 
içinde kuvvetli canlı kalma istenci. ben böyle arzu görmedimdi. fotoğraflarına bakmak 
bilmediğim bir geçmişe doğru senden uzaklaştırıyor beni. nabzım duyulmayacak kadar ağır. 
“konuş ki seni görebileyim”. zaman dışından gelen gölge. 

Her sabah sessizlikte karşılaşıyorsunuz. O boşluk sendeliyor. Ne yapacağını bilemeden. Sonra 
hatırlıyor.  Hanginiz hanginizi geri çağıracak o yokyere. Kaybolmaktan korkan. Durmadan 
ezberden okuyor kendini. Özleyiş çınlamaları. Hep yakalanırdın bakışlarından. Senden kaçanı 
aramak için.

zaman aktıkça eskiyor. sen eskiyor. üstünü örttüğümüz kurumuş kuyular. rüzgâr yerden yukarı 
bırakıyor bazen uğultusunu. sessizlik aşındırıyor eşyayı. ben de huysuzluğundan eskiyor. 
kumaşlar geliyor elime çekmecelerden. ipler, dokular, lifler. yeniden tanıyorum seni esneyen 
bir kumaşın karnından. harfler işliyorum organze üzeri, tel kırma. dünya senden uzaklara 
genişliyor. kat yerlerinden kapitoneler. bu katılık. esnetebilirim seni, dokunarak. dildışına. 
anneye. yastan.




*Yas Günlüğü, Roland Barthes.


















duvar yıkıldı
briketler çalındı
duvar örülecek
en az 30.000 diyorlar

yeni duvarlarınız olacak 
harabelerinizi koruyacaksınız
harabeleri çalıyorlar
harabeleri yağmalıyorlar
kapılar yapılacak
her harabenin illa bir kapısı olacak
kapılarınızı yiyecekler, yarasın
birtakım pipisel ihtiyaçlardan dolayı
dolayı dolayı kapı baca arayacaklar

evimdeyim. benim evim bellidir. babamın doğduğu ev. ben evimdeyim. babaannemin öldüğü 
evde. büyükbabamın öldüğü evde. bu evde öldü babamın babaannesi de. bu evde ölüyoruz biz 
genelde, annemin en çok ağladığı yerde. dedim ben harabemi seviyorum. kemiklerimiz şu 
tepede, ailem kendi mezarlığında ikamet etmekte. ona da dedim: ben ayrılırım ölünce. ben 
giderim. ben büyükbabamın yanında yatcam, evet aynen böyle dedim: yatcam. yatcam ben şu 
yerde.

çatılarımız akıyor, leğenlerimiz var
yenilgilerimiz de var emmeeeğ bizi de çok kıskanıyorlar
yıkıntılarımızı kıskanıyorlar
adaletimizi ve liralarımızı
eteklerimize topladığımız çocuk parçalarını
ısıtamadığımız evleri kıskanıyorlar
donmuş çocuklarımızı

bommmm
şaka şakaa
şakacıktan
öl bari bir de
bommmm
bak, yine

bombaları var şehirlerin, unutulmayacak bombaları. üzerine isimler yazılmış bombalar uçup 
uçup isimsiz çocuklara konuyor falan. yani işte nasıl desem patlıyor hani bombalar. uç uç 
bombacık hoop hoop bombacık. bu sokağa isim verelim ki gömdüklerimize moral olsun, 7’ler 
okunsun, 40’lar okunsun. analım. anacak insan olsun. boooom bom bommm.  

ben bu duvarı yaptırmayacağım
















Gelecek
Garip bir boşluk

Kaç metreküp suyla dolar bir havuz
Mavi karo taşları sonbahardan sıkkın
Yahut gökyüzünü kaç leylek sürüsü sarabilir
Yolculuk vakti geçkin
Bir tırtıl kaç yaprağı kemire kemire doyurabilir karnını
Diğer tırtıllardan kaçmış kendi yaprağına inanan
Çocuklar bir kovayı ne kadar kumla doldurabilir 
Bir kat kuru bir kat denizden
Kum mühendisliği emek ve çocukluk ister 
Ne kadar sürer bir ıstırap üstüne süren koca bir kamyondan sonra
Arka yazısı teferruatı bir otoban yolculuğunun
“Hayat bir hediye kabullenmek sana ağır geldi”
Kamyon hep uzun bir yoldan seslenir 

Kim ki girdiği yolculuğun çıkmaz olduğunu bilsin
Yol işaretleri bunu söylemediğinde
Ve bir çıkmaz sokakta kalakaldığında 
Garip bir boşlukta

Sonrası bilmeden o bildiğin yer
Başlangıç noktası
Bulutlar ve hemen sonra ana rahmi

İşte gelecek
Havlayan bir köpeğe “bağırma lan” dediklerinde
Hiç durmadan havlamaya devam etmesi gibi hayat hep devam edecek

Gelecek bir hediye kabullenmek bana ağır geldi 
Kalbim işte o kamyonun direksiyonunda
Otobanda böyle basmıştı gaza
Bilmem kaç kilometre hızda
Ceninden geleceğe
Teferruatla dolmayan o garip boşluğa



26 Ağustos 2020
Yalıkavak



Metaverse bunu gerektirir

I
Bu şiiri hızlandıran Metin Sefa'ya

O gün Veli Bar'da oturuyorduk, yaklaşık 20 yıl sonra burada bu kadar 
olacak kadar yakın oturmuşuz
Abi ben az kalsın instagram'a bir fotoğrafını koyup bir şeyler yazacaktım öldüğünde,
şiiri bu kadar unutmuşum
Sen de o kadar yorulmuşsun ki sanki erkeni geçi kalmamış ölümün
Seninle bi’ şekilde iletişim kurmalıydım öldüğünde
Şiir en iyisi olacak
Yine de öyle
 
Savaş başladı 
İşgalin 13. gününde televizyon seyredenler için savaş bitti 
En vicdanlı akıllı telefonlarda bile yer yer yer alıyor akışlarda canlı 
Müsabakalar, toplantılar, kutlamalar, festivaller devam ediyor 
Google search: rusya ukrayna savaşı bitti mi 
Videolar 
Rusya’nın Ukrayna işgalinde 5. ay bitti… Savaşta son durum… 
YouTube 
1 ay önce 
Savaş enkazın üzerinde başlamıştı, savaştan sonra değil hiçbir şey 
Savaşın ilk gününden beri kutlamalar devam ediyor 
Her savaşın bir barışı yok 
Twitter’da Gülsüm’ü takip edenler şahsi tıklama, kaybolma, 
             özel ilgilenme durumlarına göre akışlarında savaşı yaşayabiliyor
Birazdan burada da bitecek savaş
Metaverse bunu gerektirir 
Çalışmam lazım 
Sonra kumar oynayacak bedenim, illa ki oynayacak 
Daha çok para kazanmam lazım 
Daha çok para kazanma umudumu sürdürmem lazım 
Hayatı akışına bırakmak lazım sonuçta 
            aylarca ‘son dakika’ yaşanmaz yaşatılamaz
Kaşar-kıyma paradoksunu aşıp ekstra internet paketini alabildin mi? 
Paradoks da şu merak edilmeye değmez 
            kaşar peynirinin kilosuyla kıymanın kilosu aynı ve 
            ikisi de ufukta kaybolan bir çöl, o çöldeki bir serap gibi çoğunluk için 
Sokağa çıktığında her istediğinde akışı yenileyebiliyor musun?
Eh iyi o zaman hayatı akışına bırak, kendine çok yüklenme, 
             bak burada da bitti bitecek savaş
II
Bende şiirin muhakkak bi’ işe yaraması lazım
O yüzden artık pek yazamıyorum Metin Abi, 
beceremiyorum bu işleri gibi hissettiğim de çok oluyor, 
gençken böyle olmazdı bilirsin 
Bu şiir güzel olacak bence
Sana bu şiirle selam olsun

Abi anladım ben, şiir beni his olarak Kafka’ya filan yükseltiyor, 
Sen de yükselmişsindir, o yüzden bu kadar erken

Bir de çok detaylı vâkıf olamadım ama
şiir yazan herkes Dostoyevski’ye benziyordur biraz
Sen de hep Dostoyevski’ye benziyormuşsun gibi gelmişti bana
Yani sonradan düşündüm de öyle yeni bir şey bulamamış olabilirim 
Her gün öleceğimize bir gün ölelim hesabı 
Ölüm bu coğrafyada lime lime geliyor 
Kumarda kaybedilen başıma kaynar sular indi jesti kadar 
               ağır bir şey yoktur belki de hissiyle yaklaşıyor 
Devamlı seni yiyip bitiren borçlar vicdan yükleri ve tıyır tıyır şeyler 
İşte bunlarmış yıllar önce bilmeden yazmıştım, bir şekilde duymuştum bir 
              nefsi müdafaa olarak intihar edilebileceğini 
Lime lime gelen ölümle intihar nefsi müdafaa olabiliyor 
Enkaz bu 
Enkaz felsefece kendinde şey 
Enkaz yani bir omnipotans 


Şimdi senin o dandik egonu kumar oynamayacağın kadar kırmamız, 
              şiir yazabileceğin kadar bırakmamız gerekiyor 
Çok zor

Şiir bunca savaşın yüküyle ve hâlâ yazılabilmeyi kaldırabilmesiyle 
              bir tür harabe mi?
Üzerine şiir yazılacak boş bir sayfa 
             devasa bir enkazın üzerine serilmiş bir örtü gibi 
Pirüpak enkaz yazık 
Ölüler üzerine açılmış temiz bir sayfa 
Kelimeler kemiklere batıyor, kafatasları dişler gövdenin sivrilmiş her yeri 
            dizelere batıyor, dizelerin ayakları altında 
            kımıl kımıl cesetler

Harabelerin üzerine slot makineleri kuruldu 
Kan gövdeyi şans aşkı götürdü 
Sen yine hâlâ o kolu çekiyorsun

Her insanın hayatında bir slot makinesi olmalı 
Hele ki üçüncü dünyada yaşıyorsa 
Bir slot makinesinin olması ertesi gün doğacak güneş gibidir 
Aşkın da olma ihtimalidir hani kumarda kaybedersen 
Slot makinesi seni ölüme hazırlar 
Batmayı öğrenirsin, inadı, kendini, kendini kandırmayı çok iyi bilirsin


Bir dize aldım senden Metin Abi 
Almam gerekirdi, kanın karışmalıydı bu şiire: 
“her şeyleri unutur kumar oynarım”

Kumar biraz da Allah’ın sevgili kulu olma meselesiydi
III
Ben neyi nasıl tartayım
Sen bana bi’ söylesene hangi ölümün erken olduğunu geçini ben nasıl bileyim

Ben enkazlardayım, harabe benim, kendimden kurtulamıyorum
Metin Abi Barış'ı bul, iki duble rakı içir, benden selam söyle
Barış’ı görünce tanırsın, sanki biz onu hayal etmişiz de o hiç yaşamamış kadar 
iyiydi o kadar genç ölmüştü
Dertsiz çocuk
Hiçbir derdi yok diye düşündüğümüz çocuğun hatırasında harabeler 
Kederini hiç yok gösteren tavırlar tabula rasalar 

Şiirin en güzel kelimelerinin ona yaklaşması 
Sessizlikte  
Bir kardeş 
Bir enkaz yığılmış üzerine ama ağırlığı yokmuş gibi göstermenin 
            nefessiz boşluksuz ağırlığı var üzerinde

Bu çıt yok havuzu 
Onunla ilgili uzun zamandır rüya görmüyorum
Anısızlık ansızın 
Hiç anısızlık 
Üstüne şiir

Ölümde hep bir şey eksik kalıyor 
Acının çıktığı yer mi eksik acı mı tıkanıyor içeride, değil
Dil mi damak mı nutuk mu tutuluyor bunlar da değil 
Söz mü ağu mu belki 
Belkinin güzelliği mi ölümü hafifleten 
O çok ince ılık duygu mu bir şeylerin gidene de kalana da güzel olacağına dair 
Bilmem, belki 
IV
İnanmam inanmazsın ama 
yıkandım yundum demin bu şiiri bitirmek için
Sonuçta sen ölüsün 
Ben burada hâlâ rüya görüyorum 
Şiir yazıyorum baksana 
Ne olur ne olmaz değil mi abi?
Üzerimize ev sahiplerinin yağdığı bir gelecek 
Rahmet değil rüya

Şiir sızıyor 

Evet ev sahibi 
Senin için ne yapalım? 
Duvarlar yetmez pervazlar ve kapıları fazladan mı boyatalım? 
Dolaplarına yepyeni kulplar mı olalım? 

Senin kelimelerden etkilenmen için ne yapabiliriz? 
Evet, yani, senin 
Kelimelerden etkilenmen için ne yapabiliriz? 
Vicdanını mı yeniden doğurmalıyız? 
Bir hiç bugüne kadar olmayan ama mutlak olması gereken 
                                                           Tanrı ihtiyacımız mı var? 
Ne yapalım? 
Ne gerekiyorsa yapalım 
Şiirde de çareler tükenmiyor olmalı yoksa niye şiir, niye bunca 
                                                evrensel asırlık budalalık? 
Senin kelimelerden ya da hadi büyümsü gülümsü güldürümsü karakedimsi 
           ah ahımsı bi şeylerden vicdanını karadan kurtarmak için, 
           azıcık iyi niyetli bir mahluk olmanı sağlayacak ne yapabiliriz 
Gerekirse şiiri bırakalım, inanalım, senin allahına tapalım tamam evet 
             sen neye inanıyorsan biz de ona inanalım ve onun içinden sana 
             yeniden vicdanını soralım olur evet bunu da yapalım 

Şiir yazılmıyor 
Şiir doğmuyor 
Şiir ilham olmuyor 
Şiir sızıyor 
Şiir sızan bir şeydir 
Herhangi bir vicdansız üzerinden şiirin sızan bir şey olduğu tespit edilebilir 
Şiir sızar 

Şiir kendini var etmek için değil 
Yeter ki bir vicdan yaratmak için sızar 

Senin vicdanını nereden yaratacağımızı bulmak için şiir var.
V
Biliyorsundur çoktur çoğu değişik tip cansız et tokatlıyor, 
bunlarla ilgili oradan bir küfür bi’ şey yapabilir misin Metin Abi?

Bir de İskender’i göreceksin illa ki son Joker filmini anlat ona, seyretseydi nasıl severdi, 
metrodan çıkış sahnesindeki yürüyüşü, filmin sonundaki dansı, sigarayı tutuşu, 
bazı bakışları çok benziyor Phoenix’in
Bu kadar benzerlik İskender Anka kuşu olduğundan mı acaba? 
Kelimelerin büyü olması da tesadüf mü ya da büyüyü büyü yapan şey mi tesadüf her neyse 
Şöyle anlat abi, Hollywood onun karikatürize bir otoportresini çekse 
ancak bu kadar iyi çekebilirdi 
‘Karıştırmamışım’ diye düzeltti ‘karıştırmacılık’ kelimesini
Konuşanın kim olduğunu karıştıracağız şiirde
Buna mecburuz yıl olmuş 2022 
Ben bugün banyo yapmış mıydım, en son ne zaman seviştim, en son ne zaman 
              tekrar tekrar i’m sober’da bir tarih güncelledim de bak ben bugün 
              buradayım dedim kendime, kaç yüzyıldır bu slot makinesinin karşısında 
              oturuyorum diye sordum kendime
Ben o son soruda tabii ki biraz tanrı oldum, tabii ki biraz kendim değilim 
Şimdi başl 
Şimdi kibriti 
Ihh 
O ıhh
I ı ı mh ı ı ı o başlangıç noktalarını bulmak zor yani sürekli 
            yazarken kimin yazdığını bilmiyorsun ya işte o çok zor 
            yani sen yazıyorsun ya bir yandan da 
Konuşanın kim olduğunu karıştıracağız şiirde 
Buna mecburuz 
Neden bilmiyorum ama hislerim bana bunun postmodernizm yüzündenmiş 
            gibi yapmam gerektiğini söylüyor 
Bu o antik duvarda kendimle ilgili yazandan, şüpheye dair dini rivayetlerden 
            ve yoldan ve kış mevsiminden de kaynaklanıyor
Hislerim aklımdan daha keskin yanılabilir 
Ben kendimi onunla bir tuttum ya 
O kadar insanın saf kalbi var onda 
‘Ben yazılabilirim’ diye düzeltti ‘ben yanılabilirim’ diye yazdığımı 
Ama eninde sonunda bütün güzelliğiyle gönül kelimesinin 
             inananlar yazık olacak onlara, olmamasını yeğleyecekler

Allah’ın işi 
Yalnızlık Allah’a mahsus 
Senin de işin zor 
Omnipotans mıydı neydi 
Teolojik olarak bu dünyanın bu şekilde var olabilmiş olmasının imkanı onun
              egosunda kaybolmuş kumarbaz bir gerizekalı olmasına bağlı 
Bırak işte çimenler uzasın 
Şairler düşsün çimenlerin yakasından 
Çimenler kimseden habersiz kendi kendilerine uzasın 
Şimdi ben kendimdeki bir tuhaf hissin karşı tarafa geçmesi için türlü türlü şiir 
           şeyleri deniyorum ya sen de bu durumda mısın? 
Yani bu işte bi’ tuhaflık var  
Ben bile kıytırık ruh halimle seninle muhatabım 
Her neyse, bak dünyanı nasıl da değiştiriyorum 
Tekrar insanlarla konuşacağım 
Saçma değil mi? 
İnandığınız şeyin aslında olmamasını yeğlerdiniz 
Ve evet yani hımpf 
Vicdan oluşturulamaz bunu o da yapamaz 
Alalım vicdanlarımızı dünyaya dair şiir yazmalarımızı 
Bırakalım 
Sunaklardan geçmeyelim 
Kalemlerden hiç 
Bırakalım
Çimenler kimseden habersiz kendi kendilerine uzasın
VI
Şiirin bu bölümü iyice tatsız Metin Abi
Bir-iki lüzumsuz şey 

Şiire en son oturduğumda arkada devamlı Jun Miyake çalıyordu, bu yıl bir albüm yapmış, 
işgilli kuşkulu pis bir müzik ama tertemiz yalın bırakamıyorsun da, 
kulağına gelirse yabancılama

Bir de söylemezsem olmaz beni de senin gibi unutacaklar Metin Abi, 
çok da önemli değil, senin için de değildi
Tamam artık kendimizi kandırmayalım 
Biz dünyaya değil şair olmaya duyarlıyız 
Savaşa olan ilgimiz bile en fazla 15 gün sürüyor yalan değil 
                     karavan videolarına uyduruk hayallerimize yumuşak geçiş anında 
Şiir bir büyük hafıza topu mu yapabilir en fazla? 
Marş, anıt, haksızlıklar anıtı, 
             bilimin konusuna girmeyen yeryüzü ilişkilerinin açığa çıkarılması 
Bunlar güzel şeyler ama işte 
Daha iyi bir şey yapacakken şiir yazmak, 
             dünyanın acısını şair olma arzusuna alet edip eh yani sonuçta kendimizi 
             yaşatmayacak mıyız ölünce de, şairler de mi ölsün nedir yapmayın 
Tamam artık kendimizi kandırmayalım 
Bir tür hayatta kalma hali mi diyelim, üzmeyelim de çok tabii kimseyi 
             ama ne bileyim işte şairlik dedim ya daha iyi bir şey yapmayı aramaktan 
             vazgeçmek için en azından paravan duygu adi suç 
             sonuçta işin içine bir yapma olma hali giriyor  
Ne güzel söylemiş şair, ne de güzel duyuyor: Tüh

Hayatımın birçok döneminde suya inandığımı ateşten korktuğumu fark ettim
Modern duş bile hem fiziksel hem zihinsel olarak hafızayla temas ediyor 
Unutuyorum suyun değdiği yeri 
Su müthiş bir kendini kandırma şeysi

Bak ben şimdi şiir yazıyorum 
Sen şiir okuyorsun 
Muhakkak bu esnada ölü rakamlar geçiyor medyalardan 
Savaşın kapak fotoğrafı da çekilmiştir çoktan 
Birazdan düşer buraya da 
Ukraynalı kadının fotosu.jpg 
Şiir artık teknolojik bir şey 
Gelişti, sağırlıkta ve zihnimizdeki ıssız ormanda çok ilerledi 
Tatsız desem değil hâlâ kokusu var şiirin 
Kokusu olan ender şeylerden biri bugünlerde

Şu bölümü en az bir şiirde daha kullanacağım ama mecburum çok güzel 
                bu kadarını yapabiliyorum 

Dağlar soruyor 
Yalnızlık nasıl bir şey? 
Dünyanın ve karların altında 
Ve bir rüyadan doğrulup 
Şiir yazmaya benzer mi?

Bir yağmur yağsa keşke ve tüm bunlar geçse 

(yağmur yağmur yağmur yağmursesi yağmur yağmur yağmur yağmursesi) 

Yağmur her dilde vicdan kelimesinin yerine geçebilir 

(yağmur yağmur yağmur yağmursesi yağmur yağmur yağmur yağmursesi)

VII
Evet Metin Abi bu bölüm için bir ithaf düşünmedim, 
iyice pisleşiyor her şey, sen oradan da kaç kurtar kendini iyisi mi belki 
ama yeter değil mi bir yerde bitsin bunca saçmalık, bunca yerinden edilmişlik hissi
Hangisinin hangisinin üzerinde olduğunu bilmediğimiz bir dünya bu 
Hep böyleydi zaten 
Savaş, festival, turnuva, barış, kumar, kan, enkaz, can havli, yeni yıl, harabe, kurban bayramı 
Hangisi önce hangisi sonra karıştı 
Bu maalesef hep böyleydi 

Boş kağıt vicdandır 
Kağıdın sesi yoktur 
Yazdıkça duyulur içten içe iç içe 
Şiir bu yüzden mi duyulan bir şeydir? 
Vicdan inşa mı edilir boş kağıtlarda? 
Vicdan alın yazısıdır biraz da 

(yağmur yağmur yağmur yağmursesi yağmur yağmur yağmur yağmursesi)

Konuştu mu? 
Yok daha konuşmadı? 
Vicdan konuşmaya başlayamayan bir çocuk 
Ne yapsın ne desin nasıl desin nereden başlasın 
Bazen yaşayacak kadar konuşamıyor, konuşacak kadar büyüyemiyor, 
               büyüyor gördüklerinden sonra konuşamıyor nutku var tutuluyor 
Kendi içine kaçmış bir kara delik vicdan 
Şiir sırf birazcık dili çözülsün diyedir belki
İnşallah öyledir 

Yağmur her dilde vicdan kelimesinin yerine geçebilir 












@